16 Ocak 2012 Pazartesi

Ağırlık Merkezi

Uzayda hacmi olan her varlığın bir ağırlık merkezi vardır.Bu ağırlık merkezi; cismin evrende dengede olmasını sağlar.Zira denge önemlidir; dünya üzerinde yaşamak zorunda olan insanoğlu için en önemli kavramlardan biridir denge…

Cismin ağırlık merkezi hiçbir zaman yok olmaz,sadece cismin şeklini değiştirdiğiniz zaman, yeri değişir.Eğer cisim üzerinde bir değişiklik varsa da, cisim yeni ağırlık merkezine göre kendine evrende yeni bir denge konumu edinir.

İçerisinde bulunduğumuz süreç ise, gerek kenti,gerek vizyon ve misyonu açısından Trabzonspor’u bir olgudan çok bir cisim olarak düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor bizlere.Trabzonspor sosyal bir olgudan çok somut bir cisim profili çizebiliyor ve her somut cisim gibi onun da bir ağırlık merkezi var ve bu ağırlık merkezi sayesinde Trabzonspor, şiddetli sarsıntılarda ve ya büyük fırtınalarda dengesini bozmuyor,yani ağırlık merkezinin konumu sağlam…Bunun en büyük ispatı,günümüzde hala içerisinde bulunduğumuz şike süreci olarak görülebilir… 100 küsür yıllık çınarları(!) sarsan bu sarsıntılar,Trabzonspor’a zarar veremiyor.

Bu durum bir avantaj gibi gözükse de maalesef dezavantaj da olabiliyor ve bu dezavantajı oluşturanlar maalesef kendi kentinin siyasileri oluyorlar.Siyaset kaygan bir zemin olmasına rağmen,Trabzon’daki siyasiler Trabzonspor markasını kullanarak kaygan zeminde sağlam durmaya çalışıyorlar.Bilinen bir şey var ki; Trabzonspor’un ağırlık merkezinde yer bulabilen siyasi,siyasetin kaygan zemininden kurtulmuş ve yerini sağlamlaştırmış olur. Trabzonspor’un ağırlık merkezi,öyle bir ağırlık merkezidir ki; kendi hacmimim yanı sıra,hacminin içerisinde yaşayanları da tehlikelerden koruyabilir.

Kişiler; Trabzonspor’un ağırlık merkezinde yer alıp kendilerini sağlama almak isterlerken aslında(isteyerek ve ya istemeyerek) Trabzonspor cismine zarar verme teşebbüsünde bulunuyorlar.Bu teşebbüslerinin sonucunda, uzayda hacmi olan bir varlık olarak kabul ettiğimiz Trabzonspor’un cismi değişebilir,buna bağlı olarak ağırlık merkezinin yeri değişebilir ve bu yeni ağırlık merkezi,eskisi kadar sağlam olamaz.Bunun sonucunda,en şiddetli sarsıntıyı bırakın,en ufak bir rüzgarda bile konumunu kaybeder ve böyle bir Trabzonspor’u taraftarı kabullenemez.


Son günlerde Trabzon kenti siyasilerinin birbiri ardına yaptıkları açıklamalar ve eylemler bize bu durumun güzel örneklerinden birkaç tanesini sunuyor.3 Temmuz tarihinden beri, tek desteği taraftarından alan Trabzonspor Camiası, bu süreç içerisinde masa başı,kapalı kapılar ardı vs ortamlardaki lobilerinde hep eksik kaldı.Bu eksikliğinin sonucu olarak bugün hala iadesi yapılamamış bir şampiyonluk kupası duruyor.Ciddi lobi eksikliğine rağmen, bu süreç içerisinde kendisine atıfta bulunulacak suçun bulunmaması ise Trabzonspor Camiasının ruhunu hala kaybetmemiş olduğunu gösteriyor.

Büyük fırtınalar,yüksek dalgalar,şiddetli sansıntılar ile mücadeleye alışkın olan Trabzonspor ve Trabzonspor taraftarı,eminim ki bu yapılan hatalara karşı da bir kendini savunma mekanizması geliştirecektir.

Saygılar.

Can-Canan

Küt küt…küt küt atan bir kalp…O kalp ki uyutmamış kendisini.Zihnini uykusunda bile kurcalayan bir heyecandır sebebi o küt küt atışın.O küt küt yürek atışıdır ki 4 can yoldaşını erkenden yola çıkarıp canana kavuşma sevdasıyla yola koyan…En güzel kıyafetlerini giymişlerdir canan için; o canandır ki bir cana değil,canlara bedeldir.Öyle güzeldir ki o cananın gülüşü,binlerce canı mest eder…En güzel kıyafetler o yüzden giyilir; canana güzel görünmek için.4 yürek sahibi beden de bordo-mavi giymiştir bu yüzden…Çünkü o canandır ki; en çok bordo-maviyi sever.

Oy oy…oy oy.. ile başlayan ağıt…O ağıttır ki, 4 cana, can veren tarafından söylenir.O ağıtı ona felek söyletir….Yemin ederim ki o ağıtı söylemekten korkar o yürek…O yürektir ki adı ana yüreğidir.Hani o 4 canın canana gidişini de duymuşlardır ya…Ah bıçak!Zalım bir bıçak gibi deler yüreğini ananın; o anaların…Çünkü canana giden canlar aslında onların cananlarıdır.Analarının cananlarıdır onların her biri,kuzularıdır; doğduğunda eline aldığı cananlarıdır onlar …En çok da bu keser bıçak gibi kalplerini ya zaten; o ilk nefesini kollarında alan canlarını şimdi toprağa koyacaklardır…Binlerce kere yalvarır o ana yaradana, o kara toprak için…Koymak istemez o cananını o toprağa…

Ah felek…zalım felek ile başlayan cümle….O cümle ki, canlar tarafından söylenir.O canlardır ki; cananlarına ulaşmış,ama cananlarına ulaşmak için yola çıkıp ulaşamayan kardeşlerini alan feleğe isyan ederler…İsyanları haklıdır…Kardeşleri gitmiştir cünkü.Canan için gelirken canlarını teslim etmişlerdir…İlk olmamışlardır,son olmaları için dua eder hala nefes alabilen kardeşleri; ama düşünmeden de edemezler; belki de sıradaki can kendilerinindir; öyle ya bu sevda ancak can çıkınca biter…

Sağa ve sola hareket eden bir sıska gövdeli fide… Rüzgarın etkisine karşı gösterdiği direnç bazen yetersiz olur da, sağa ve sola hareket eder.Ama rahattır da içi; çünkü kökü topraktadır; o topraktır ki,altında bir can yatar.O can gibi 4 can daha yatar toprakta ve her birinin üzerinde rüzgara karşı direnen fideleri vardır.Her bir fide de canları temsil eder.O fidelerdir ki; cananın kokusunu ararlar.Altlarında yatan canlar rica etmiştir her birinden; ''gelirse kokusu cananımın hiç durma çek hemen içine'' diye…''Sen yeter ki içine çek,senin su ihtiyacını benim toprak olan bedenim karşılar''diye…Sen çek ki o kokuyu o hasret bitsin,feleğin ayırdığı can ile canan fide de bir araya gelsin…

Boş bakan gözler,cananını toprağa koymuş canların gözleridir onlar…ne de güzeldir o gözler,gülüşü dünyaya bedel olan gözlerden her gün yaş akar.Cananı topraktadır artık.Oğlu topraktadır,kızı topraktadır…O ne büyük acıdır ya Rab, o ne evlat acısıdır ya Rab…O ne sınamadır ya Rab…

Bir gözlük… ve o gözlüğün camına düşen damla damla yaşların sahibi gözler… O gözler ki, kardeşini kaybetmenin acısını,öncekileri de hatırladıkça iyice hisseden,iyice darlanan bedeninin gözleri… Nefes alamaz ciğerleri,sıkıntı çeker nefesini alırken…Her nefesini aldığında kardeşinin verdiği son nefesi aklına gelir,dolar gözleri…Gözleri doldukça,cananının son nefesini verdiği anı hatırlayan ana aklına gelir…Dayanamaz o anaya,dolan gözleri taşar artık…Ağlamak değildir ama gözün yaptığı,isyandır…Boğazı düğümlenir sonra elleri uyuşur…O gözler; ait olduğu vücudun elleri yazarken ağlamıştır…

Mektup derler ellerin yazdığına…Eller yazarken gözler ağlar,okuyan bedenler ağlamaz inşallah.

Murat Akçelik,Tuğba Akçelik,Mehmet Erdoğan,Zeynep Mehmetoğlu… Mekanınız cennet,ruhunuz şad olsun.Kazım’a da Mehmet’e de selam söyleyin.Orada Samsun yolunda canana ulaşamayan kardeşlerinizi de göreceksiniz,onlara da selam söyleyin.Sakın ağlamayın ama.Biz zaten sizin için,sizin yerinize ağlıyoruz.

Saygılar.
__________________

Sen Aslında Yoksun

Duygusal olmak mı? Akıllı olmak mı? Hangisinin uzun ve ya kısa vadede optimum verim sağlayacağını bilmek mümkün mü? Bu konu üzerinde yıllardır süre gelen felsefi bir tartışma var zaten. Bu tartışmaya girme niyetinde değilim. Ama kıyısından da olsa değinmem gereken nokta; tam da bu sorular ile ilgili.


Yaşadığımız dünya üzerinde ''gerçek'' kavramını anlamamızda duyguların etkisini, aklın etkisine göre daha fazla gören düşünceye empirizm denir.Bu düşünceyi temele oturtup farklı bir şeyler üretebiliriz.Örneğin; küçük bir çocuğun bahçesinde topa vurduğunu varsayalım.Bu küçük çocuk topa sert vurursa ayağı acır.Ayağında acı hissi oluştuysa eğer, tekme attığı ''şey'' gerçektir.Ama tekme attığı ''şey''in top olduğunu ispatlamaz bu bize.Çünkü vurduğu ''şey'' ona sadece sertlik hissi verir.Top olduğunu kesin olarak anlamak için ise; çocuk ''şey''e vurduğunda,hem sertlik hissi,hem de topun yapıldığı malzemeyi,maddeyi hissetmesi gerekir.Sadece sertlik hissi hissettiğine göre,vurulan ''şey''in sert olduğunu kesin olarak ispatlamış oluruz.Vurulan ''şey''in top olduğunu ise kesinleştirememiş oluruz.Yani gözümüzle gördüğümüz pek çok şey,bir yanılgı olabilir,daha da kötüsü; gözümüzle gördüğümüz herhangi bir şey aslında görmediğimiz gibi olabilir.Zihnimizdeki görüntü bir yanılgı olabilir.

3 Temmuz’dan beri yaşadığımız bu süreç; yukarıdaki paragrafta anlattıklarıma paralel bir durum sergiliyor. Fenerbahçe Süper Lig’de yoluna devam ediyor.Biz böyle görüyoruz en azından.Fenerbahçe taraftarı,kendi evindeki her maçta Trabzonspor’a küfrediyor.Fenerbahçe maçımızdan önce, önemli bir oyuncumuz oynatılmamak için cezaya maruz kalıyor.Takımımız Fenerbahçe maçında eyyam kurbanı oluyor.Bunlar bizim gördüklerimiz.Fakat aslı böyle olmayabilir.Şöyle ki;

Fb taraftarı bize küfrettiğinde bu küfürleri duyuyoruz.Bu hissiyata kapıldığımız için duyduğumuz küfürler demek ki gerçek.Ama küçük çocuğun top hikayesi gibi, duyduğumuz küfürlerde Fenerbahçe’nin kesin olarak var olduğunu anlayamıyoruz.Yani kesin olan şey; ortada bir terbiyesizliğin olduğu.Aynı şekilde; eyyama kurban gittiğimiz maçta, rakip Fenerbahçe gözüküyor.O maçta oyuncularımız meşin yuvarlağa vuruyor.Tek hissettikleri; sertlik hissi.Topun ve ya rakibin maddesi ve ya malzemesi hissedilmediği için,vurduğumuz şeyin ''sert'' olduğu kesinleşiyor.Rakibimiz ve topun varlığı ise hala soru işareti… Yani kesin olan şey;haksızlık yapıldığı.Fenerbahçe, Süper Lig’de oynuyor.Daha doğrusu biz oynuyor görüyoruz.Fakat önceden bahsettiğim gibi; görüntüler yanılgıya düşürebilir.Kesin olarak emin olabileceğimiz tek şey; ülkede şikeye saygı duyulduğu…

Şunlar da tartışılabilir tabi; oynanan Süper Lig gerçekten bir Süper Lig mi? Süper Lig olarak gözükmesi, bunun gerçek olduğunu bizlere ispatlamaz değil mi? Keza marka değeri algısı aslında bir yanılgı da olabilir.

1 Ocak günü açılan bir küçük pankart, işte tam da bu yazıyı yazmama vesile oluyor. ''Sen Aslında Yoksun''. Yani aslında; Fenerbahçe diye bir şey olmayabilir.Ama haksızlık olduğu ortada.Yani Federasyon diye bir algı olmayabilir,ama şikeye saygı duyulduğu ortada… Çünkü ne Fenerbahçe’nin ne de Federasyon’un varlığını kesin olarak ispat edebileceğimiz bir algı hissedemedik henüz biz.

Dipnot: ''Şikeye bir kere olsun af'' heyulası kol geziyor sanki… Bir insan bir adamı öldürür.Bunun cezası ise hapis yatmaktır.Fakat hapis yatmaktan kurtulmanın tek yolu; cinayet anında ve ya sürekli olarak ''akli denge yitikliği'' raporunu mahkeme heyetine sunmaktır.Bunu mahkemeye heyetine sunduğu an,ceza almaktan kurtulur.Ait olduğu yere,olması gereken yere, hastaneye gönderilir. Aynı şey bugün spor gündemimizi meşgul ediyor. ''Fenerbahçe bir defaya mahsus affedilmeli.'' Peki neden? Bunun olması için Fenerbahçe’nin akli dengesinin geçen sene ve ya sürekli olarak bozuk olduğunu ispatlamak gerekir. İşte önümüzdeki süreç de bize bunu gösterecek. Fenerbahçe affedilirse; akli dengesinin yitirdiğini federasyon kabul etmiş olacak. Fenerbahçe’yi düşürmeyi engelleyip, Fenerbahçe’ye deli raporu vermiş olacaklar… O zaman da UEFA haklı olarak deliyi ait olduğu yere,hastaneye(amatör kümeye) gönderecek.

Saygılar.

Mercek

Düzenin devamlı var olmasını sağlayan,kalabalık kitlelere kısa yoldan ve daha az emek harcayarak ulaşmanın yoludur medya.Televizyon ve gazeteler yıllardır,internet ise son zamanlarda bu düzenin devamı için kullanılan ve insanların gözlerini boyamakla kalmayıp,insanların gözlerini bozan en etkili medya araçları…

Gözlük takanlar bilir,gözlerinin bozulma sebebi yüksek bir oranla medya araçlarıdır…Gözler bozulur,insanoğlu önünü göremez.Önünü göremeyen varlığa hükmetmek ne kadar da kolaydır değil mi?

Gözlük dediğin şey,seni esaretten kurtaran şeyin adıdır aslında.Taktığında önünü görürsün ve bağımlı olmaktan kurtulursun…Gözlük dediğin ise mercektiraslında.Senin,varolduğun dünyada kör olmanı engelleyebilen araç…Mercek.Sonsuz bakış açısı kazandırır insana.Ve sonsuz bakış açısına sahip olan insan,sonsuz fikirler abidesidir.Sonsuz sayıda fikir üretir…Mercek;senin,düzen tarafından sıradanlaştırılmanı engeller.Fikir üreten insan,sıradan değil sıradışıdır ve düzenler sıradışılığı sevmez.

Bugün takman gereken sadece bir gözlük…Gözlüğün merceği önünü görmeni sağlayacaktır emin ol.Bu gözlüğü takman gerek çünkü sen şu anda bir adım öteni bile göremeyecek kadar kör,aciz ve muhtaçsın.Üstelik seni kör yapan insanlara muhtaçsın…Senin fikirlerini soğutan,çalan insanlara muhtaçsın.Bu takacağın gözlük senin kurtuluşun,fikirlerinin zincirlerini kırması ve doğuştan sahip olduğun sonsuz bakış açısının geri dönüşü…Hayata dönüşün.

Bugün bu gözlüğü takman gerek çünkü;

Tarihin eski devirlerinden beri,senin memleketin bulunduğu coğrafyanın merkezi…Bu merkez, tarihsel süreçleri boyunca her zaman aşırı üretken…Sanatsal olarak,kültürelolarak,sosyalolarak,ekonomikolarak, felsefi olarak… Yani aklına gelebilecek herşeye tarih boyunca sahip olmuş bir kentin çocuğusun sen…Fakat senin kentin;yıllardır kültürden uzaklaştırılmış,sanatsal faaliyetleri yok denecek kadar indirgenmiş,felsefi düşünce bir yana,ortak akıldan uzak…Sosyal konumu iç açıcı değil…
Elinde kalan sadece spor…Bunun da değerini bilmiş,sıkı sıkıya sarılmış spora.Ve spor ile uğraşırken,tıpkı yüzyıllardır uğraştığı her alana katkı yaptığı gibi bu alana da katkı yapmış,insanların bakış açılarını değiştirmiş.Oyunun ne olduğunu insanlara öğretmiş…

İşte bugün; senin şehrinin hayata tutunduğu son dalı koparıyorlar,UYAN!Seni spordan soğutuyorlar,UYAN!Sahip olduğun değerlere saldırı yapıyorlar,bu saldırılar ile şehrini iflas ettirmeye çalışıyorlar,UYAN! Senin şehrinin,elinde kalan son uğraşı da elinden almaya çalışıyorlar,UYAN! Çünkü biliyorlar ki;

Senin şehrin,yapacağı hiçbir şeyi kalmadığı zaman körelir…Tembelleşir.Düzene ayak uydurur.Düzen,senin şehrinin hareket etmesini istemiyor…Eğer sen bugün buna uyanmazsan,bir daha uykundan uyanamayacaksın…Eğer sen bugün gözlüğünü takıp,dünyaya özgür bir şekilde bakamayacaksan,bir daha hiç gözlüğünü bulamayacaksın.Eğer sen bugün fikirlerinin zincirlerini,sonsuz bakış açınla kıramayacaksan,bir daha hiç fikirlere sahip olamayacaksın…Muhtaç olacaksın,körkalacaksın,muhtaç yaşayacaksın.

Kullanman gereken mercek,senin için önemli…Kullandığın an,sen yine sen olacaksın… Bakış açılarını değiştiren şehrini sen kurtaracaksın.

Dipnot:MAA ve saz arkadaşları, senin başkanından çok hemşehrine rest çekiyor; ‘’Beni düşürebiliyorsanız,düşürün.’’ Diyor. İşte bu söz,gözlüğü takmadığınızda başınıza geleceklerin küçük bir provası.Gözlüğünü tak ve Nemrut’u oradan indirecek fikirlerin sahibi sen ol.

Saygılar.

Rönesans

‘Yeniden Doğuş’ tam olarak Türkçe karşılığı… Avrupa’nın Orta Çağ karanlığından çıkıp, dünyanın sefiri olmaya başladığı dönem…Arkasında yüzyıllar önce bıraktığı izleri tekrar yeniden eşelemenin verdiği heyecan ve yeni buluşların başlangıcı…

Ders kitaplarında ‘Rönesans’ akımı tüm olumlu örnekleri teşkil eder.Bu yüzdendir ki, biz o ders kitaplarını okuyan körpecik beyinler olarak,bu yeniden doğuşun hep iyi yanlarını anlamak durumunda kalırız, bilimden sanata kadar…

Rönesans, iyi şeylerin en büyük simgesi değildir aslında…Pusula-Matbaa-Barut üçlüsünün başlattığı akımın,Rönesans’ın, sonucu olarak bugünkü uzay teknolojisini iyi bir örnek olarak verebilirken; çok değil yıllar önce yakın akrabalarımızı kaybettiğimiz Çernobil de Rönesans’ın sonucudur…

Pek çok alanda yeniden doğan akımların bugün bir örneği de Türk Futbol semalarında yer almaya çalışmakta…Yıllardır homurdanılan ama bir türlü ispatlanamayan, ispatlanması çok zor olan bir şike sürecinin,Türk Futbolundan götürdükleri açıkça ortada. Yıllardır Avrupa arenasına oyuncu ihraç edememiş bir ülkenin,yurt dışında yaşayan 3. Nesli, başka ülkelerden Avrupa’nın büyük kulüplerine oyuncular gönderiyorken, Türkiye’nin özkaynaklarının gerilemesi, Türk Futbolunun hala Ortaçağ zihniyetinde olduğunu gösteriyor.

Yapılan bu hamle ile fırsat ayağa gelmiş, Türk Futbolu için yeniden doğuş açığa çıkmak üzeredir.Rönesans döneminin başlangıcında, Ortaçağ hayranları ve yandaşları, Rönesans fikirlerinin karşısında yıllarca durmaya çalışmış,fakat yeniden doğuşu engelleyememiştir.Türk Futbolunun geçtiği bugünkü süreç; Rönesans hakkında ufak bir bilgi sahibi olanlara bile tanıdık gelmekte…

Eski düzen birden fazla alanda hakim olduğu gücünü yitirmek istemiyor… Medya, Hakemler, Yöneticiler ve diğer unsurlar, var gücüyle sistemlerini koruma peşinde…Fakat pusula artık bulunmuş,matbaa artık çalışmış,barut artık fitili ateşlemiştir.Girilen yoldan geri dönüşün olması düşünülemez.Türk Futbolunda ‘Yeniden Doğuş’ başlamıştır.Bu sürecin kısa zamanda sancısız sürmesini beklemek hayalcilikten ibarettir fakat sürecin sonunda Türk Futbol Yöneticiliği değişecek,Spor Basını’nın ‘etik’ bakış açısı düzelecek, gerçek anlamda uluslararası standartlarda hakemler ortaya çıkacaktır.

Kendi elleriyle kazdıkları kuyunun çukuruna düşenleri kurtarmak için yapılan operasyon da; Ortaçağ zihniyetinin son çırpınışları olarak göz önüne alınabilir.500 küsür milletvekilinin bulunduğu bir meclisde 240 küsür kişinin oy kullanmak için orda olması ise; oylamanın, ‘demokratik kabul edilebilirliğini’ yitirmesine sebep olan başfaktör olmuştur.

Doğa; mühendislik tabiriyle ideal çevrimdir. Yeniliklerin birbirini eskittiği, bugünün yenisinin,yarının eskisi sayıldığı bu çevrimde, geçmiş zamanın yandaşı ve yardakçısı olanlar da, bugünkü güçlerini yarın bulamayacaklar, ve doğal elemenin sonucu olarak ortadan kalkacaklardır.

Değiştirilen yasalara, bu uğurda giden canlara rağmen, yarının küçük yürekleri, bizler gibi üzülmeyecek ,küçük yaşlarda ‘Burası Türkiye’ demeyi öğrenmeyecektir. İnancımızın bu yönde olması,ülkeyi yöneten mebuslarımıza güvenimizi değil, doğanın muhteşem yeniliklerinin peşisıra gelmesine olan hayranlığımızı gösterir.Herşeye rağmen ortaçağ zihniyeti bu akımı yavaşlattığı an; Rönesans'ın,tüm çağlardan daha kötü olan yüzünü görecektir Türk Futbolu...Türk Futbolu'nun Çernobil'i, futbola kilometrekarelerce şike gazı salacaktır...

Dipnot: Ortaçağ zihniyeti, Rönesans felsefesinin bazı akımlarını kesmek için,fikirlerin sahibi bedenleri öldürerek,fikirleri durdurabileceğini sanmıştır…Aynı zihniyetin ürünleri bugün TAKA Gazetesi’ne ceza vererek susturabileceğini sanmakta… Halbuki; ceza verdikleri bir kurum değil, bir düşüncedir ve düşünceler cezaları umursamaz…Umursanmayan cezalar yok olmaya mahkumdur.

Saygılar.