13 Kasım 2011 Pazar

Deli,Zeki ve Dahi

Deli ile Dahi arasında ince bir çizgi vardır,düzen için ikisi de zararlıdır.Hep düzenin belirlediği kalıptan dışarıda durur Deli ve Dahi.Ne tesadüftür ki insanoğlunun tarihinde yıkımları deliler,devrimleri ise dahiler yapmıştır.Her deli ve ya dahi yeni bir düzen kurmuştur… İstendiği yerden başlayabilir insan dünyadaki delilerin ve dahilerin tarihteki örneklerini saymaya.Aklıma ilk gelen Sokrates olur her zaman.Kendi zamanında deli, modern zamanda ise felsefenin temelini oluşturan dahi bir yapıtaşı…

Ya zeki olmak? Sözlük anlamının dışındaki anlamlar da mevcuttur elbet,fakat zeki ile dahi arasındaki temel fark düzene bakış açılarıdır.Zeki insan düzenin içinde değerlidir,dahi ise düzen için bir ''deli''… Birisi düzenin devamında çok önemli bir yer oynar,diğeri düzeni yıkıp yenisini yapmaktan zevk alır.

Günümüzde;en azından Türkiye’de, zeki ile dahinin mücadelesini görüyoruz şu günlerde.Zeki olan birden fazla kişi/kurum vs. var iken tarihin her evresinde olduğu gibi dahi olan kişi/kurum çok az…Türk Futbolunda alışılagelmekte olan düzeni koruyan zekiler bugün zor durumda;öyle ki dahinin kendilerine oynadığı oyun hepsini köşeye sıkıştırmış durumda,kaçacak delik yok,sığınacak yuva da…Dahi,oyunu çok iyi bir şekilde kendi lehine çevirmiş,bir dahiye birden fazla zeki karşılık veremiyor… Sunmaya çalıştıkları çözümler ise dışarıdan bakana komik geliyor.

Kurulu düzenin kurulmuş zekileri bugün;

* Dünya Futbol Kamuoyunda ders olarak okutulabilecek Türkiye’deki Şike olayını gizlemeye çalışmış ama gizleyememiş; seyirci kalamamış,müdahele etmiş ve düzeni korumak için şikecilere yaptığı bypass serileri sonuç vermemiştir.
* Hak edilen cezaları en aza indirgemek için süreyi olabildiğince uzatmaya çalışmış, günümüzde oldukça hızlı değişen gündemin içinde bu operasyonu basite indirgeyip boğmak istemiştir.
* Şike ve Şaibe ile suçlanan kulüplerin içinde yer aldığı bir futbol ligi başlatmış ve insanları futboldan soğutmak uğruna,yapılan operasyona karşı durmak için ligin marka(!) değerini yerle bir etmiştir.
* Takımların taraftarları arasında ayrımcılık yapmış,işine geldiği zaman ufak bir pankarta bile ceza verirken işine geldiğinde 119,59,29(!) saniye boyunca edilen küfürleri duymazlıktan gelmiştir.
* Şike ile suçlanan kulüp oyuncuları hakkında en ufak bir olumsuz haber bile yapılmazken,hedefteki takım oyuncuları için asparagas haberler yaptırmaya devam etmiştir.
* Müze Kart’ı olmadan müzeye girmek isteyen,üstelik müze aşkı için kapı kıranlara gerekli cezayı vermemiş,medya ayağıyla bu olayı haber yaptırmayarak unutturmak istemiştir.
* Basın Özgürlüğünü işine geldiği an savunup,işine geldiğinde Basın Görgüsüzlüğünü devreye sokmuştur.
* Ligi domine edene göre tavır belirlemiştir.Öyle ki açıklanması güç bir şekilde bu seneki takım performanslarının,geçen senenin ispatı olduğuna insanları ikna etmeye çalışmıştır.
* Milli duyguları,karınları acıktığında kabaran bu kişiler, milli takımın hocasını sorduğu sorularla alaşağı edebileceğini sanan şımarık muhabirleri,yeni nesil olarak tanıtmıştır.
* Yıllardır; kendi taraftarı hariç kimse tarafından sevilmeyen oyunculara sahip çıkarak, yaptıkları tüm olumsuzluklara rağmen bu oyuncuları günahsız melek, bu oyunculara tepki gösterenleri ise ‘vatan haini’ olarak gösterebilmişlerdir.
* Marka değeri diye övünülen lig için, gerektiğinde marka değerini hiçe sayarak para hesaplarını herkesin önünde yapabilmişlerdir.
* Taraflı olduğu her maç sonunda belli olan yorumcu/yorumcuları duayen kabul etmiş,eski dinazor duayenlerin yerine aday göstermiş ve bu sözde duayenleri gazetelerde her takımın maçını yorumlayabilecek bir başyazar göstermişleridir.
* ‘Gerçek Spor Gazetesi’ sloganıyla satış yapan gazetelerinde, yetenekli(!) duayenleri; gerçek haberleri yayına koymak yerine kendi kafalarındaki duyumları haberleştirerek kamuoyunu yönlendirmek istemişlerdir.
* Ülkenin adaletini, şikecilere dokunduğu için dışlayabileceklerini sanmışlardır.

Sayılabilecek bir bu kadar daha madde vardır.Zeki insanlar düzenlerini korumak için hiçbir oyunla bu sefer başarılı olamamıştır.Çünkü dahi; Türk Futbol Tarihinde hiç olmadık kadar temiz bir oyun kurmuş ve temiz bir hesapla hırsızı ve haksızı her çırpınışında daha da dibe batırmıştır..

Dahi, yıllardır söylemleri önemsizleştirilsin ve umursanmasın diye düzenin koruyucuları olan zeki insanlar tarafından kamuoyuna ''deli'' olarak gösterilmiştir. Dahi olan bugün, düzenin koruyucularını öyle bir kapana sıkıştırmıştır ki,düzenin hokkabazları sadece acıdan ''deli'' gibi kıvranmaktadırlar.

Türk Futbolu, tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir satranca tanık olmuş, dahi olan,zekileri hunharca mat etmiştir.

Dahinin doğum yılı 1967 dir.Karşısında duranlar yaşça çok büyük olmalarına rağmen,dahinin dehası,zekinin zekasını tüm dünyaya örnek olacak,kitaplarda okutulacak şekilde devirmiştir.

Satrancın resmi bitiş tarihi 17 Kasımdır.Fakat aslında 22 Mayıs’ta sona ermiştir.3 Temmuzda ise temizliği yapılmıştır.

Saygılar.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Burak Hood

Dakika içine olabildiğince sığdırılmaya çalışılan, hatta kimi zaman, zamanı verimli kullanmak adına(!) bir küfrü yarıda bırakıp diğerine geçmeye çalışan bir ruh haliydi bizimkisi… Bordo-Mavi’ye aşık olan herkes iddia edebilirdi ki, o orta aslında öyle açılmaz,o çalım da öyle atılamazdı… Öyle depar atılamazdı çocuk, çünkü sen ivmene hakim olup defansı bozana kadar kademe yaparlardı sana, Türk Futbolunda, defansın ardına koşu öyle kolay yapılamazdı çocuk, türküsü bile söylenebilirdi; ‘’Depara kalkma çocuk bu Türk Futbolunda, seni avlarlar…’’


Sabırsızlıklar ve sol omuzun ağırlığını her maç günü artıran günahlar eşliğinde geçti 2 yıl önceki süper ligin ikinci yarısı. Bir Burak Yılmaz heyulası kol geziyordu futbol sahasında, günah sebebiydi adeta ve hocası da sanki şehre inat oynatıyordu onu… Yapılan hatalar herkesi çıldırtıyor, düşmanı kıs kıs güldürüyordu.


''Ne buluyor şu adamda, tutunamadı işte zaten hiç bir yerde, biz mi adam edecekmişiz, peh!'' sesleri bir ve ya birkaç kişilik küçük gruplardan değil, taraftarın büyük kısmından gelen seslerdi… Fakat bir şey oluverdi. O şey öyle kuvvetli bir şeydi ki, çok değil, kısa bir zaman önce-yarım sezon bile değil- yaradanın Trabzonspor taraftarına sınav olarak verildiği düşünülen Burak Yılmaz, bir heyuladan çıkmış, bir büyük fırtınaya dönüşüvermişti… Herkes merak ediyordu bunu, ulusal medyasından yereline kadar… Fakat hepsinden çok Trabzonspor taraftarının kafasında ciddi soru işaretleri oluşuverdi: ''Ula noliy?''. İşte bu kadar aniden oldu Burak Yılmaz patlaması diyebiliriz hepimiz.


Ama aslı öyle değil… Filozofların halinden filozoflar anlar bence. Ki her filozof da, birbirini anlayamaz. Çoğu zaman yalnız kalır filozoflar. Ve düşünürler. Yeryüzünde filozoflar dışında ki insanların tümüne ''düşünemeyen ama düşünecek aklı olan varlıklar'' ismi takılabilir. Çünkü gerçek şudur ki, filozof felsefe yapar ve felsefe de düşünmenin öğrenilmesidir. İşte bizler, düşünecek aklı olan ama düşünmeyi unutan insanlar olduğumuzu anladık; Burak Yılmaz’ı, Burak Yılmaz’dan çok düşünmüş bir futbol filozofu sayesinde. Şenol Güneş, bir futbol filozofu olduğunu kanıtladı… Düşünmeyi zaman kaybı olarak gören insanların yaşadığı bu zaman da, düşündü… Düşündüğü şey üzerine kafa yordu… Bizler, düşünmemizi engelleyen ve bir dizi monoton sınırlar içerisindeki kalıplaşmış hayatımızda düşünemiyorduk ama o düşündü ve başardı… Şenol Güneş başardı, Trabzonspor taraftarının gözardı edilemeyecek kadar büyük bir çoğunluğu artık düşünmenin önemini anladı… Ne yani? Şimdi bu futbol filozofu bize felsefe mi öğretti? Hayır… Onun öğrettiği sadece düşüncenin temel yapıtaşlarının kıymetiydi.


''Sen kimsin?'' sorusunun cevabını uzun süre düşünmüş olmalı Burak Yılmaz… Ki o soruya yine kendisi cevap verdi ve onun cevabı kimisinin hayallerinin, kimisinin kabuslarının yorumu oldu… Kendisini buldu, içerisindeki Burak Yılmaz’ı belki o da yeni öğrendi, sonuçta biz de bildik kendisini. Onun bu soruya verdiği cevap sayesinde, bizlerde aynanın karşısına geçip kendimize bu soruyu cesur bir şekilde soruverdik; ''Biz kimiz?''. Ve bu sorunun cevabını yine 17 numaranın sayesinde rahatça bulabildiğimizi düşünüyorum.


Kendisi bizim pişmanlıklarımızın en büyük simgesi… Onun için ağzımızdan çıkan kötü sözleri kendi aklımız bize hatırlattıkça utanıyoruz kendimizden ve her seferinde düşüncenin temel sorusunu hatırlıyoruz; ''Sen kimsin?''… Bu soru bizi dinç tutuyor ve düşünmeye devam ediyoruz. Şöyle ki; artık bizler biliyoruz ki sağ kanattan açılacak orta, tam da onun açtığı gibi açılır. Ve yahut sırtı rakibe dönük ve ya yüz yüze çalım atıldı mı onun attığı gibi atılır. Hele ki o defans arkasına yapılan koşular, tam olarak onun koştuğu gibi koşulur… Herkesin emin olduğu bir şey var ki; Burak Yılmaz’ın yaptığı güzellikleri, kimse onun kadar güzel yapamaz…


Burak Yılmaz’ın ortaya çıkardığı bu özellikler, ilk defa bir yerli forvet oyuncusunda görülüyor. Elbette çeşitli özelliklere sahip çok yetenekli Türk Forvetler gördü bu ülke, ama Burak Yılmaz kadar bu özelliklerin hepsine sahip bir yerli forvet gelmedi daha yeşil sahalara. Aslında; belki de şu anda bir sürü yeşil sahada onun gibi yetenekler vardır, ama tek eksikleri kendilerine sormaları gereken, iki kelimeden oluşan bir sorudur? Kim bilebilir ki…


Ortaya çıkardığı pek çok özellik ile yerli forvetlerden beklentileri yukarıya taşımıştır Burak Yılmaz. Bu yüzden doğaldır ki, beleş olarak görülebilecek şekilde üne kavuşanlar ona hırsız diyebilirler… Burak Yılmaz bir hırsızdır. Burak Yılmaz, hak etmediği şöhreti yakalayanların, günümüzde gördükleri saygıyı aslında hak etmeyenlerin, oturduğu yerden para kazananların ve genellikle para ile her şeyi satın alabileceğini sanan para babalarının tüm şan, saygı ve özgüvenlerini çalmıştır…Çalmakla kalmayıp,çaldıklarını hak edenlere dağıtmıştır… Bu yaptığının adı bu coğrafyada yiğitlik yerine hırsızlık olarak tanımlanıyorsa, Burak Yılmaz hırsızdır.Şanı,saygıyı ve özgüveni hak edenler, Burak Yılmaz sayesinde hak ettiklerine kavuşmuşlardır…Burak Yılmaz, kendisinden yüzlerce güzel anılar ve başarılar çalan,futbol hayatının bir kısmını çalıp ona eziyet eden İstanbul’dan emeğini söke söke geri alıyorsa ve bunun adına İstanbul’da hırsızlık deniyorsa Burak Yılmaz büyük hırsızdır… Eğer hırsız demeye yüreğiniz yetebiliyorsa bugün, sigorta poliçenizi de gururla sallamanızı bekleriz bizler. Hani nerde?


Birleşik Krallık topraklarında da bir heyula kol gezerdi kimine göre… Kimine göre ise büyük bir fırtınaydı betimlemesi, Robin Hood derlerdi ona… Para babaları ve para babalarının kulaklarının kiriyle beslenenler,para babalarının göbeklerinde yaşam formu olarak yaşamaya devam edip,para babalarının kalın enselerindeki katların arasında sıcacık yuvaları olanlar tarafından emek hırsızı olarak ifade edilirdi… Fakat emeğinin karşılığını yıllardır alamayan ve onun sayesinde nihayet emeğinin karşılığına azda olsa kavuşmuş halk tarafından,ağaçlar,çiçekler, böcekler tarafından kahraman olarak ifade edilirdi…


Burak Yılmaz bir hırsızdı… Ağzı para ile doldurulmaktan gurur duyanlar için bir emek hırsızıydı, emeğinin gerçek hak edişini kendisi sayesinde alanlar tarafından ise kalp hırsızıydı…


Modern futbolun Robin Hood’una selam ola… Selam sana Burak Yılmaz.


Dipnot: Ülke olarak fazlasıyla sıkıntı içerisinde olduğumuz bugünlerde,yazılacak ve konuşulacak o kadar konu vardı ki, elimiz klavyeye futbol için gitmiyordu,gitmek istemiyordu… Dua vaziyetinden geri durmak istemiyordu avuçlarımız ama bunu yapmak zorunda kaldık.Ülkenin sıkıntılı günlerinde bile kendi çıkarları için iftira atan insanlara saygı göstermiyoruz.Göstermeyeceğiz. Söylediklerinden ve yazdıklarından hemen sonra kendilerine tutamadıkları aynayı, bizler yüzlerine tutacağız…Güneşin yansıttığı ışığımızla beraber.


 Saygılar.

11 Ekim 2011 Salı

Basamak

    ''Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden...'' diye başlayıp devam eder Ahmet Haşim şiiri.Bu şiir ki, pek çok insan için bir başyapıt iken pek çoğu için ise sadece şiir değil bir hayat felsefesidir,şiirin temeli ise merdiven basamaklarıdır zannımca...

     Basamaklar...Basıp çıktığınız her adım sizi bir üst kata ve ya bir üst kademeye taşıyan statik bir konumu olan araçtır.Her basamağı çıktığınızda,''acaba çıkabilecekmiyim?'' korkusunu bir kez daha yenmiş ve kendinize bir kez daha güven hissetmiş olursunuz.Kimi basamaklar çok zordur,adım atmaya cesaret edemezsiniz, kimileri ise gayet kolay ve yormayan...

   Kimi basamaklar, Uzakdoğu ülkelerinde sabır testi olarak öğrencinin karşısına koyulurken,kimi zaman da basamaklar,acele eden bir kişinin üçer üçer adım atmasına tanık olur.Statik bir konumu ve bu konumunun gereği,üzerine her basanı yukarıya taşıyan bu yapılar,onu keşfeden ve kullanan insanoğlunun sosyolojik,mühendislik vb alanlarında ders kitaplarına da girmiş,kimi zaman Binom Üçgeninin basamağı(Hayyam Üçgenidir aslı) kimi zaman ise ''Zafere Giden Yol'' misali yazılan kitaplarda yükselişi simgelemiştir...

  Asansör çıkınca mertlik bozulmuş gibi gözükse de basamak hala en büyük yükseliş aracıdır,elektriğe ihtiyacı yokken, depremde asansöre göre daha sağlıklı olduğu söylenebilir.Pek çok şarkıya söz olmuş olan basamaklar,biraz önce söylediğim gibi yükselişin temsilidir aslında.

   Modern şehirlerde yaşayan insanlar için bulunmaz bir nimet olan,zafere ulaşıldığında geçilen zorluklara atıf  yapılan basamak,benim memleketimde,köyümde yoktur maalesef...Evet ilkel bir durumdur belki,ama ben köyümdeyken,çıkacak basamak bulamam, fakat yukarı çıkmam gerektiğini bilirim...Bazen yağmur yağar diyeceğim,yaradana haksızlık olacak,haftanın neredeyse 5 günü yağmurdur bizi oralar, yağmurlu ve basamaksız olan toprakta yukarı çıkmak ise hem cesaret hem yetenek ister.

   Ben ve o yolları benden çok kullanan hemşerilerim alışığızdır yağmurlu ve ya yağmursuz havada,oralardan çıkmaya,alışığızdır basamaksız yükselmeye,zordur yaptığımız ama biz zoru severiz maalesef...

   Hayatta olduğu gibi hayatımızın en önemli parçası olan futbol için de takımımızın yaptığı budur aslında. Karşısında oluşturulan sağlam bir yükseliş  icadına karşı, toprak ve zor olan yoldan çıkmak onun tercihi olmuştur.O tercih onu çok yormuş,rakibi ise basamaklar sayesinde yukarılara çıkmıştır,ama şu vardır ki,yağmur basamakları temizleyemez,yağmur toprağı temizler...Seçtiği ve sevdiği o zor yol, ayağını kaydırma tehlikesi barındırsa da aslında ayağını değil ayağının altındaki pislikleri kaydırır,temizler...Temiz yoldan çıkan adam temiz adamdır,kirli basamaklardan tırmanmaya çalışan takımın kirli kalmak zorunda olduğu gibi...

   Toprak bayırlar, ne sabır testidir,ne de acele etmek için denenebilecek bir eylem mekanı...Sadece ve sadece araçtır,varlığından övünülmeyen,hakkında kitaplar yazılmayan, teorilere ve tezlere konu olmayan bir araç...Taşıdığı anlamdan başka anlamlar yüklenmek istemeyen bir araç,bu araçtır ki o toprağın insanlarını ve o toprağın takımını lekesiz tutmuştur...

   Dipnot: Trabzon ve Karadeniz,bu ülke için en gereken mekanlardan biridir.Bunu ben ukalalık ve ya kibir olsun diye değil,gerçekleri gördüğümü düşündüğüm için söylüyorum,şöyle ki;

    Bu ülkede kafatasçı yaftası Trabzona yapıştırılmıştır.Yine bir zaman Radikal İslamcı tanımı yapılmıştır,bir zaman barbarlığın tanımını Trabzon ile yapmaya çalışmışlardır,''ellerinde silahlarla dolaşan çocuklar'' örneklerini,kucaklarında sıcak ama helal olduğu şüpheli evde büyüyen çocuklarına anlatmışlardır...Tüm kötü örneklerinin mutlaka bir yerinde vardır Trabzon...ve Karadeniz.Öyle büyük bir önemi vardır ki, bazı kesimler ne zaman bir kötü örnek verecek olsa orayı vermek isterler,kötüyü örnek gösterip iyiliğe sevketmek için...Bunların hepsini anlayabilen bizler,bugün de önceki gibi yapılan Pontus yaftasını dinliyoruz...Sadece dinliyoruz ama,güzel oluyor,sırada ne var? diye sormadan,edemeden...

   Saygılar.

7 Ekim 2011 Cuma

Bir yoldur gidiyorum,ellerim ceplerimde..

   Saçlarının rengi tarif edilemeyecek kadar orjinal...Tıpkı yaşadığı toprakların güzelliği gibi.Sahip olduğu saç rengi için,uzak diyarlarda,oksijen vb kimyasal ürünler sıkılıyor kafalara,ergeninden,sosyete kokoşuna kadar,ama hiç biri onun o minik kafatası kadar haketmiyor o canım güzelim sarı saçları...Saçlar sarı ama belli,büyüdükçe siyah olacak,babasının nasılsa,dedesinin nasılsa büyük ihtimal onunki de ileride beyaz olacak...

  Sarı saçlarının ahenksiz sallanışını umursamadan,kendine en az bir beden büyük olduğu net olarak görülebilen koyu bordo ve tonunun yakalanmasına üreticisi(annesi) tarafından özen gösterilmemiş mavi kalın kazağının altına,abisinden kalma,yine bol olan ama çuvalın ağzının bağlandığı kırnap ile beline oturtulmuş bir bol pantoloncuk...

    Ellerinin ufaklığındanmıdır,yoksa giydiklerinin bolluğundanmıdır bilinmez ama,o elleri kazağın kolundan özgürce çıkıp,pantolonun cebine rahatça giremiyor,eli pantolon cebinin dibini bulamıyor...Yürümesi zor,ama babası ve büyükleri tarafından devletin getirdiği nimet olarak adlandırılan bu toprak yolda,ayağındaki Trabzon lastiğiyle taşların üzerine basmadan gitmek için uğraşıyor,çünkü kuvvetsiz ve ufak ayakları,lastiğin esnekliğinden olsa gerek,taşa bastıkça acıyor,canı acıdıkça burnundada çeke çeke gittiği sümüğü çekmeyi unutuyor,yere düşüveriyor,ufacık uşağın,sapsarı sümüğü...

    Sümük ve pantolon cebi...Bu iki alakasız tanımda, küçük uşağın diğer yaşıtlarıyla buluşma noktasına varana kadar oyuncağı oluveriyor...Buluşma noktası düzlük denilebilecek bir yer,bu zor coğrafyada,elbette eğimli tabii,ama diğerlerine göre daha uslu bir eğim o düzlüğün eğimi...Böyle düzlükler bulmak zordur,bulduğunuz zaman da herkese yakın olmaz.O yüzdendir ki,kendisine uzak olan bu düzlüğe oynamak için giden bu ufaklığın sümüğü ve pantolon cebi yeni oyun başlayana kadar en büyük oyuncak...

    Düzlüğe çıktığında buluştuğu arkadaşlarının kendisinden farkı yok,soğuk havanın oyundan daha önemsiz olarak görüldüğü bu küçük kafataslarını taşıyan minik bedenlerin betimlemesi çok yakın birbirlerine...Yaşları oyun için müsait,kendilerinden bir iki yaş büyük olan abileri artık ineklerin başında duruyor,büyümüş oluyorlar çünkü...Düşünebiliyormusunuz? Bir-İki yıl sonra bu ufak bedenler ne kadar büyüyebilecekse artık,inekleri otlatabilecek bir birey oluyorlar,adam! oluyorlar...

    Çuvaldızlarla dar alanda kısa paslaşmalar yapılarak ustalıkla dikilmiş,yaraları ve yamaları sağlamlaştırılmış bir top-top demeye sosyete diyarında iki şahit bir de belediye başkanı ister- o topun peşinden koşan küçük bireyler,onlara göre dümdüz,fakat aşağıki yoldan geçen turistlere göre en az 20 en fazla 30 derece eğimli bayır olan yerde...Hepsi fişek gibi fırlıyor,kaleci oyunu orta sahada kurmaya yeminli adeta,defans yapmanın ne olduğunu bilmiyor bu uşaklar,iki takımda oyunu orta sahada kurmaya çalışınca, sümükler birbirine değecek kadar yakın temasa geçiyorlar...Omuz-omuza yapılan bu sümük yarışında ince bilek hareketiyle,sağ-sol,yan-orta vs çapraz bağları zorlamadan sıyrılabilen bir küçük uşacuk oyunu rahatlatıp takımını gol pozisyonuna sokabiliyor...

    Takım olmanın önemini,yolda yürürken her seferinde düşünen,ama herbirinin tek tek takımın en önemli silahı olduğunu iddia eden yürekler...Öyle ki, pas verirse,emiceoğlu araya girebilir..Hele topu çalıpta golü attı mı,bakamaz yüzüne emiceoğlunun...Çalım yapıp kaptırır daha iyi...

   Sadece birinin değil,hepsinin üzerindeki kazak bordo-mavi tonlara sahip...Aynı tonda olmasalar da aslında her kazak has bir lisanslı ürün o bölge için...Onlara göre,analarının diktiği bu kazak,ter tutmuyor,oyun serbestisi sağlıyor...Analarına göre ise,kazağın teri,oğlana atılabilecek dayak ile doğru orantılı...

    Sarı saçlara sahip çocuklar böyle büyüyorlar,o zor coğrafyada düzlük dediği yerlerin gurbette yokuş anlamına geldiğini öğreniyorlar,onlar büyüdükçe,küçük bedenlerindeki saflık,kandırıldıkça kurnazlığı,tilkiliği anlayacak bir mekanizmaya  dönüşüyor,doğal olarakta sarı saçları eskisi kadar ahenksiz bir dalgalanma yapmak istemiyor,kararıyor,siyah oluveriyorlar...Onlar büyüdükçe ve gurbette ve ya şehir merkezinde yaşadıkça, sağ çapraz bağları zedelemeden ince bilek hareketlerinin ne kadar önemli olduğunu, bunun böyük şehirdeki tanımınında ticari anlamda ''girişimcilik'', ilmi anlamda''icat'', futbol anlamında ise''doğuştan yetenek'' olduğunu anlıyorlar, eski sarı saçlarını önemsemeden siyah saçlarını kaşırken...

  Kırnap ile bağlanmış olan pantolonlarının yerini kimisinin çok kaliteli,kimisinin ise olabildiğince ucuz olmasına dikkat edilen ama bedene oturan pantolonlar yer alıyor...Ellerinin, kazak-gömlek vs kollarından özgürce çıkıp,pantolonunun dibini hunharca keşfedebildiği bir büyüklüğe sahip olduğunu umursamıyorlar...Toprak yollarının nimetini unutmadan,asfaltın kıymetini biliyorlar,asfalttan başka yol görmeyen  bireyler karşısında,deyim yerindeyse asfaltı ağlatıyorlar...Yokluktan varlık oluşturup, o varlık ile en iyiye kafa tutmayı, inek otlatmanın verdiği sorumluluktan önce oynayabildiği kadar oynadığı oyunlarda öğreniyorlar...Bu toprağın çocukları genellikle başarılı oluyorlar,nereye giderse gitsinler, bordo-mavi kazaklarının teri emdiğini düşünüp,kendi işlerinde terletebildikçe terliyorlar...Kazanıyorlar.Kazandıkça, çekilemiyorlar,haksızlıklar boy göstermeye başlıyorlar...

  Bu toprağın çocukları,toprakları ile yaşadıkları gurbetin aynı ülke sınırları içerisinde olmasına rağmen,dışlanıyorlar...Başkalaştırılmaya çalışılıyorlar...Hayatlarında kendi çizgilerini uzatmak yerine rakiplerinin çizgilerini kısaltmayı babalarından öğrenmiş ve bunu ata mesleği benimsemiş kişiler tarafından dışlanıyorlar...

  Kendilerine söylenen hakaretler ve hareketler sadece simgesi olabiliyor bu kıskançlığın...Bu çocuklar her başarıda daha da dışlanıyorlar,öyle ki, burunlarından dışarı özgürce çıkan ve atmosfere merhaba diyen sümük zerrecikleri, şimdi o atmosfere çıkmak istemiyor...Tiksiniyor...

   Zor coğrafyanın,zor çocukları, bu topraklarda işkencelere uğruyorlar, işkenceler yetmiyor,haysiyet ve onurlarına dokunan hakaretlere uğruyorlar...Onlar bu haksızlığa uğrarken, doğdukları coğrafyada yeni kırnaplı pantolonlar sahiplerini,yeni sümükler ise burun deliklerini buluyorlar...

  Anlaşılabilen tek bir şey var ki, zor bölgenin zor çocukları herşeye rağmen,süregelmeye devam ediyorlar, yeni yeni zor ve ufak uşaklar, başkente göre kuzey ve doğudaki topraklarda büyüyorlar, kıskanılan taraf büyürken,kıskanan taraf izlemek durumunda kalıyor...bakakalıyor...

  Not: Herşeye rağmen ikinci sınıf görülen zor çocuklara,zor toprağın zor çocuklarına gelsin...

  Saygılar...

3 Ekim 2011 Pazartesi

İbret,Çehre,Tahsil,Edep(Haya)...

  Bilmiyorum başlıktaki kelimeleri yanyana gördüğünüzde aklınıza ilk gelen nedir diye fakat ben bu kelimeleri o güzel şairin mısralarından çıkardım,dipnot olarak başlığa koydum(!), kıssadan hissesi başlıkta belirteyim dedim,malum sever ülkemiz kıssadan hisseleri,konuların anafikrini bilmeden...

  Ne ibretliktir kızarmak bilmeyen çehren;
  Bırak kardeşim tahsili,git önce edep,haya öğren!
                                                                          (M.Akif.ERSOY)

  Konu konu başlık başlık gidelim...

  1)İbret:

        TDK anlamını koyuverin bir kenara,nasihatlaride unutun,direkt musibete bakın çünkü ne tdk anlamı ne nasihat kavramı başlığın muhatapları için çokta önemli olmuoyr,taa ki musibet başlarına geliyor,ilahi adaletin sahibi tarafından,bu sefer de ilahi adalete kızıp,ilahi adaletin sahibine ''Allah sorar bunun hesabını'' diyorlar... Yani; gözlüklerinin odakları o kadar bozulmuş oluyor ki genellikle,ilahi adaletin sahibini,ilahi adaletin sahibine şikayet ediyorlar,bir bilinmeyeli denklemi,karelerle,küplerle çözmeye çalışıyorlar...

       İbret almak,sanırım fenerbahçe camiasının haram gördüğü bir durum.Bir kere olsun, düştükleri yanlışın sebebini kendilerinde arasalar,bir kere olsun suçlu için önce aynaya baksalar,bir kere olsun başka camialara laf atabilecek kadar delikanlı olan yüreklerini,temizlikle doldurup,ayna karşısına geçsinler,kendi günahlarını kendi yüzlerine söyleseler,alemlerin Rab'bi o günahların hesabını sormadan...

  2)Çehre  
   
     Yıllardır yaptıkları haksızlıkları görmeyip,tecelli eden İLAHİ ADALETe karşı çıkıp,mağdur rolünü oynayabilmek demek, dünyanın en kötü insanının bile aklına gelmez...Yani demek istediğim, bu olumsuzlukları fb liler bile bile yapmıyorlar,maalesef,kendi yöneticilerini kendilerinden doğru,kendilerinden zeki sanıyorlar,yıllardır yöneticilerinin yaptıkları günahlarla boy abdesti alıyorlar...

     Kendi şehrinde,kendi takımını ağır silahlar eşliğinde stada sokturan mantalite kimin? Başbakan ile anlaşıp, devletin siyasi otoritesini bir şehirde derebeyi yapan kim? Bunların cevabını biliyor mu o fb taraftarı...Bilmez...çünkü umurlarında olmaz,bilmedikleri için o günahlara sahip çıkarlar...

     Türk Futbol tarihinde,siyasilerle en sıkı-fıkı ilişki içinde olan,ama hep en küçük olumsuzlukla''bunlar fbye yönelik siyasi operasyon'' diyen zihniyeti ortaya çıkaran kim?En çok koyan da, onca ses kaydına rağmen,hala mağdurum diyen kim? Futbolu yeşil saha dışına çıkarıp haksızlık yapıpta,masabaşında futbol oynanmasından şikayet eden kim?

    En önemli soru da şu: Bu soruların sonu gelir mi? Maalesef hayır.Bu soruların muhatabı ve sorumlusu kim? bir çehre,ki o kızarmak bilmez...pişer ama yine kızarmak bilmez...

  3)Tahsil

   Yöneticilerinin profilleri,her zaman üst düzey,gerek aile ağaçları,gerek eğitim seviyeleri...Taraftarlıktan,sade taraftarlıktan başkanlığa yükselen bir yönetici sayabilir misiniz? Fenerbahçe'ye başkan olmak,yüksek tahsil gerektirir.Ama sadece yüksek tahsil,edep hayaya gerek kalmaz ki maalesef bu sorunun anası,şikenin babası...

  4)Edep

  Eksikliği o camiada en çok olan şey.Yönetim bazında.Yukarıdaki maddede de söyledim, yönetim hep birilerinin elinde,tahsili yüksek,edep seviyesi düşük olmak şartıyla...Adım gibi emin değilim,adım gibi biliyorum ki, çok dürüst insanlar var,o renklere aşık,o yüzden en kızgın anda bile renklere küfretmenin yanlış olduğunu biliyorum...Üzüldüğüm nokta; dürüst yüreklere sahip insanların,o edepsiz yürekleri savunmak için çaba göstermesi,çünkü onlara inanmak zorunda bırakılması...

  Ek Madde: Vicdan,kibir,adalet,hesap sorma...

    Vicdan vicdan diye bu süreçte inleyenlerin, geçen sezon ki süreçte nelerin örtbas edildiğini bilmediğini ve gözleri kör şekilde görevlendirildiğini bildiğimiz için,vicdan diye çağırmaları,bağırmaları biraz da güldürüyor bizi,yukarıda Allah var.

    Vicdan diye bağırıp, kibirlerinden aman vermeyen insanlar biraz da güldürüyor bizi,yukarıda Allah var.

    Adaletsiz ve vicdansız vicdan talepkarlarının,adalet istemesi bizi biraz da güldürüyor,yukarıda Allah var.

    Tüm bunları isteyip, sonunda da ''Bu camia bunun hesabını sorar'' diyen zekilere de bizim bir cevabımız var, Bakara süresindeki bir ayetin bir kısmıyla ve kendi düşüncemizle...

    ''Herkesin kazandığı hayır kendine,yapacağı şer de kendinedir.'' Yani Allahtan büyük değilsiniz,kendinizi ne kadar büyük görseniz de,onun adaletinden sual olunmaz,siz o suallere cevap vermekten kaçıp, yapmacık sualler üretseniz bile, bir hesap sorulacaksa en güzel ve doğru o sorar,siz en iyi hesabı kendinizin sorduğunu sansanız bile...

    Şüphesiz bu soruşturma sürecinde herkes için bir ibret vardır,gözündeki bandı kaldırabileninde tutun,ağzındaki bandı çıkarabilene kadar...O ibreti almak için,vicdan ve edep yeter...Siz de hiç bulunmasa bile...

   Saygılar.

 

28 Eylül 2011 Çarşamba

Tatar Ramazan(Trabzonspor)

  Simyacı ile Trabzonspor arasındaki benzerlikleri,kendime göre uzun zaman önce anlatmıştım.Şimdi Trabzonspor'un başka özelliklerini anlatmanın vaktidir.Malum bu takım öyle bir takım ki, milliyetçi kişi,onda milliyetçiliği;devrimci kişi onda devrimciliği buluyor...Maçlara anlam katan bu takım, maçlarla sınırlı kalmayıp insanoğlunun haftaiçine ya daha çok anlam katıyor,ya da aldığı sonuçla herşeyi anlamsız kılıyor...

 Inter maçından sonra oynadığımız Lille maçı, Trabzonspor gerçeklerinden çok ülke gerçekleriyle başbaşa bıraktı bizleri...Çünkü ortaya koyulan oyun kafa karıştıracak cinsten.Eleştiriler yine tavanda,2 maçta 4 puan toplanmış olmasına rağmen...

 Inter maçı için,bizim kendi ülkemizin(!) medyası, maçı farklı şekilde izlemiş olacak ki, ''Trabzon'un şansı'' manasına gelen haberler yapıldı,konuşmalar çıkarıldı.Fakat onlar bu lafları söylerken,Avrupa ŞL kamuoyu,Trabzon'un oyununun modern bir deplasman futbolu örneği çizdiğini söyledi...Türkiye'de çok az isim, Modern Futbolda,deplasmandaki bir 4.torba takımının 1.torba takımına karşı oynadığı mücadele olarak tanımladı maçı...

 Lille maçına gelince...Eminim benim gibi sizlerde en çok bu maçtan çekiniyordunuz.Çünkü rakip evinden çok,deplasmanda iyi performans ortaya koyabilen bir görüntüye ve yapıya sahip.Üstelik 2 senelik kurulu bir takım olmaları,bizim gibi yeni kurulmuş bir takıma karşı üstün kılıyor kendilerini.İşte tam da bunun farkına vararak,başlamışız oyuna,(ben kaçırdım ilk anları,ilk dakikaları banttan izledim)ve sıkıntılar yaşamışız.Tam bu sıkıntıları atlattık derken,aslında çok basit bir gol yiyince çekiniyor insan...Kaybedilecek 3 puana değil, malum bizim öz ulusal medyamız varya!''Neler yazacaklar yine kendilerini tatmin etmek için ve bizim sinir katsayımızı yükseltmek için'' diye düşünüyoruz.

  Maçı geri kalan dakikalarında,Lillenin ikinci bir net pozisyonu oluyor,onu da kalecimiz Tolgamız kurtarıyor...Biz ise Adrian değişikliğinden sonra orta sahada daha iyi top tutuyoruz ve dakikalar geç olsa da Henri ve Halil ile daha çok hücum hattında top oynayabiliyoruz.Nitekim bu baskının sonucunda, penaltı ile durum eşitliyoruz.

  Ertesi sabah,soda içmeyi unutmuş editörlerimizin yorumlarını merak ediyoruz.Ertesi sabaha kalıyoruz,çünkü maç sonrası canlı yayın izleyemiyoruz! Avrupa'ya göz atıyoruz netten, Trabzonspor'un oyununu öven cümleler ile karşılaşıyoruz,ülkemizde canlı yayın yokken!

  Yine aynı cümleler,aynı sözler...Trabzon'un şansından bahsediliyor...Tek bir pozisyon bulamadan alınan 1 puandan,atılan 1 golden bahsediliyor...Açıkçası gülünç bir durum ama ağzımızla gülemeyecek kadar da komik bir durum...

  Maçın açık bir şekilde orta saha mücadelesi olacağını,maçtan önce Zokoramız belirtiyor.Nitekim öyle de oluyor,Trabzonspor daha çok topu hücum hattında tutmasına rağmen,ceza sahasına girmekte zorlanırken,Lille orta sahada üstünlüğü ilk 30 dakikadan sonra kaybederken,kontralarla ceza sahasına girip 2 pozisyon yaratıyor,biri gol oluyor...Yani adı üzerinde,Orta saha mücadelesi olarak tanımlanıyor aynı maçımız Avrupa'da...

  Bütün bunlar,aslında birşeyi,tekrar gözler önüne seriyor.İstanbul medyasının ekmeğine yağ sürdürtmeyen,İstanbul takımlarından birinin hırsızlığını engelleyen takım olan Trabzonspor,İstanbul medyası tarafından yok sayılıyor...Görmezden geliniyor.Zaten, bu yüzden İstanbul her zaman Anadolu'ya uzak kalmıyor mu...

  Fenerbahçe,Galatasaray,Beşiktaş sanki her sene şl de San Siro'da yüzde 90 topla oynama oranına sahip ve net pozisyonlarla açık ara farkla maç kazanıyormuş gibi, sanki İstanbul takımları her sene Fransa Şampiyonunu kendi evinde,tek kaleye mahkum ediyormuş gibi yapılan yorumlar çok komik...Aklımıza efsane bir filmden efsane bir replik geliyor...Hani İstanbul Medyasının kurulu düzenini sarsan Trabzonspor ile Devletin çarpık mapus yapısını sarsan Tatar Ramazan'ı karşılaştıracak cinsten...
 

 Hüseyin Müdür: Sen burada yalnız değilsin Ramazan,bizde dosyan var biliyorsun.

  Tatar Ramazan: Biliyorum.

  Hüseyin Müdür: Ve dosyan hayli yüklü.

  Tatar Ramazan: Olabilir.

  Hüseyin Müdür: Biz burasını mahkumlara danışarak değil,kanunlara,nizamlara  göre idare ederiz.

  Tatar Ramazan:İdare edersiniz de,içerisi neden karmakarışık?!

  Hüseyin Müdür: Onu size sormalı! Kapı ağzına geliyorsun,idarenin gardiyanını bakkal çırağı gibi azarlıyorsun.

  Tatar Ramazan:Bunu neden yapmışız ama?!

  Hüseyin Müdür:Burası hükümet dairesi,benimle tartışma kapısı mı açmak istiyorsun?Gardiyanlardan sonra bize mi geldi sıra?Seni kapalıya atıyorum!Orada da kabaran günahlarının hesabını yaparsın!

  Tatar Ramazan: Siz beni resimlerde gördüğünüz mahkumlarla karıştırıyorsunuz galiba müdür bey.Benim adım Tatar Ramazan!BEN BU OYUNU BOZARIM!



  Yani aslında bizim karşımızda gördüğümüz,ne İstanbul medyası,ne fenerbahçe...Onlar sadece bu kirli düzenin gardiyanları,ve bizde o gardiyanları tartakladık...Oyunu bozmaya ant içtik,adımız Trabzonspor çünkü...Gardiyanı tartakladık,sıra Abdurrahman Çavuşta...Sonra ise Hüseyin Müdürde...

  Eğer sizde merak ederseniz,Trabzonspor ile Tatar Ramazan arasındaki benzerlikleri görebilirsiniz,belki tek fark Trabzonspor'un belindeki Sürmene Kamasının daha tehlikeli olmasıdır...

  Saygılar.

22 Eylül 2011 Perşembe

Karabükspor!Demir!Çelik!

     Bolu'dan,otobandan,Karabük için saptığınızda, Batı Karadeniz yolculuğunuz başlamış demektir.Karadeniz'in batısı nedir ki? Bize öğretilen derslerin yalancısı olmuş diller alışıktır buna...Karadeniz'in doğusu,ortası,batısı olmaz.O denize kıyısı olan her şehir(inanın İstanbul hariç) nefesini alır denizin içine,ciğerlerine...O yüzden her Karadeniz kıyısı şehir,Karadenizlinin şehridir.Çünkü gittiği zaman yabancılık çekmez.Şehrin yerleşimi,insanın bakışı ve sıcakkanlığı seni sarıp sarmalayıverir...

   Benimde Karabük yolculuğum bu heyecanla başladı...Heyecan...Çünkü küçükken gitmiştim akrabalarımın yanına,o güzel şehre...Heyecan, gönlümdeki sert  toprağı bile kaydırabilen heyelandı...Karabük yolunda giderken,o heyecan benim yol arkadaşımdı...

  Yollardan,Karabük yolundaysanız eğer, o yolun amacı olan şehir,Karabük'e geldiğinizi,emek kokusundan anlarsınız.Kardemir sizi karşılar,bütün ihtişamıyla...Hayran bakışlarınızın sabitlendiği bu büyük fabrika, aslında o şehrin amacı,yaşam alanıdır.O şehirdekilerin yüzde 90'ı ekmeğini ordan çıkarmış/çıkarmaktadır.Emeklisi oranın emeklisi,işçisi oranın işçisidir...Emeğin kokusu ile Karadeniz'in kokusunu harmanlar bu şehir...Bu yüzden insanı da emeğe saygılı insanlardan oluşur...Muhafazakar,sosyal demokrat,radikal islamcı ve ya sosyalist görüşlere sahip kişiler vardır evet...Ama hepsi emeğin anlamını gerçekten bilir...İstanbul hikayedir Karabük'ün yanında bu konuda...

   Benim bildiğim,fabrika ile doğan bir şehirdir Karabük...Karabük şehri,bünyesinde pek çok yerden evlat barındırır.Kimisi aslen Giresunlu,kimisi Trabzonlu,kimisi Rizeli,kimisi Bolulu,Zonguldaklı ve nice yerlerden.Kardemir'den bahsetmiştik; işte siz fabrikayı gördükten sonra hemen şehre gireceğinizi sanırsınız ama yanılırsınız.Yanıldıkça şaşkınlığınız da artar.Hani yol biter dert bitmez derler ya; öyle birşey...Yol biter,emek bitmez.Çünkü siz yolda gittikçe fabrikanın ne kadar büyük olduğunu anlarsınız,bu sefer ne zaman bitcek diye şaşırırsınız,ama gelin görün ki amacı Karabük'e insanları ulaştırmak olan o yol biter; dert,emek,çile bitmez...Şehire girdim sanarsınız ama aslında fabrikaya dahil olmuşsunuzdur...Kardemir'e...

    Yıllar sonra,Karabük'e,Trabzonsporumun mücadelesini alkışlamak için gittim.Trabzonspor'a olan sevgim,Karabük'e olan hasretimle birleşti.Trabzonspor belki şampiyon olur diye değil,Trabzonspor'un emeğini,emeğin kentinde; Trabzonspor'un alın terini,alın terinin kentinde alkışlamaya geldim.Emeğin kentinde Trabzonspor'u sevdiğimi söylemeye geldim ben...

    Akrabalarımın yanında bir gün geçirdim,uzun zamandır yiyemediğim o meşhur ekmeğini,''göbü'' sünü,çok özlediğim ve merak ettiğim akrabalarımın evinde yedim.Her akşam yatarken ettiğim Trabzonspor duasını,orada ettim.

    ''Hiç bir şey tesadüf değildir.'' diyenlerdenim ben.Bu yüzden,fikstürün son maçının,Trabzonspor'un son maçının,Karabük'te olmasına şans ve ya kura diyemem.İlahi adalet derim,çünkü ilahi güç; Trabzonspor'un harcadığı haramsız emeği,emeğin kentinde alkışlatmak istemiştir benim düşünceme göre...

    Maça gelirsek; maçtan önce arkadaşlarımla,abilerimle gezdiğim o güzel yerlerin,o güzel coğrafyanın bende bıraktığı izlenim ile, inançsız geldiğim maç için inanmaya başladım...Emeğin şehri insana,emek verilince hiçbirşeyin imkansız olmadığını,soluduğu havasıyla bile anlatıyor.Bende o havayı çektim içime...ümitsiz geldiğim şehirde ümitlendim.

   Maça giderken, o emeğin şehrinde,bazı insanların emeksiz güce saygı duyduğunu,emeğe terbiyesizlik yaptıklarını gördüm.Ama bunu şehir için diyemem kesinlikle.Bence, o şehirde,o gün, konvoyumuza laf attığını zanneden insan evlatları emekçi değildir büyük çoğunlukla...Çünkü emekçi emeğe saygısızlık yapmaz.Emekçi, emeğe hareket sallamaz...

    Maç başladığı anda, yanılmadığımı anladım.Şükrettim yaradana...Emek şehrinin çocukları,kupanın gerçek hakedenine destek oldular.Aynı tribünde,yanyana,forma rengimizdeki ortak mavinin aşkına biz maviden önce ''bordo'',onlar maviden sonra ''ateş'' demeye aşık oldular birdaha,birdaha ve birdaha... ''Bu sene kupa Karadenize!'' diye bağırdı Karadeniz uşakları o tribünde, Karadeniz'i kolaylık olsun diye 3 bölüme ayıranlara inat...Maç sonunda bile ''Karadeniz'' diyebildi o bölgenin uşakları...Çünkü dedim ya,iki takımın taraftarları da aynı denize aşıktı,birinin şehri denize sıfır,ötekisinin şehri denizden önce paralel dağla kesilmiş olmasına rağmen...

  Maçtan sonra, gözlerimden dökülen yaşları yine o şehir sildi...Arkadaşlarımla sonradan görüşmek için vedalaşırken o da tokalaştı benimle...Üzüntümden, dikiz aynasından ona selam vermeyi unuttum ama ben...O şehre,o şehrin delikanlı taraftarına,o şehrin emeğine selam vermeyi unuttum bir eşeklik edip,ama kim dedi bir daha gitmeyeceğim diye?

  Bu yazıyı, emek şehrinin çocukları,Trabzon'a gelmeden önce yazmak istedim.Hislerim ve saygım tazelensin diye...Onlara ''hoşgeldin'' diyebilmek için sebeplerimin ne olduğunu o şehrin çocukları,o güzel takımın güzel taraftarları anlasın diye... Hoşgeldin Karabük'üm!Kardemir'im!Emeğim!Demirim!Çeliğim!

  Saygılar.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Kahrol Trabzon!Al sana bombiş!

  Dün öye bir tanıtım yapıldı ki; ''Türk Futbol Tarihinde bir ilk.'' cümlesi ile başlayan...Her zaman ki gibi medyanın abartması olduğunu bu sefer düşünemedim anne beni affet.Dün maç esnasında öyle yorumlar vardı ki,''Kadınlardan ders alsın erkekler'' cümlesi ile devam eden...Kadın-Erkek olmaktan çok insan olmanın önemli olduğunu unutuverdim bir an anne beni affet.

 Anne, ben dün herkesi senin gibi sandım.Orada futbol aşkıyla tutuşan kadınların olduğunu sandım.Ben, orada ofsaytın ne olduğunu bilen, pozisyonun nasıl bitebileceğini öngörebilen ve dahası maçın sonucunun galibiyet-beraberlik-mağlubiyet olduğunu anlayabilecek kadınlar olduğunu sandım anne.Anne ben, orada onca kadının,eşine,çoluğuna,çocuğuna,babasına: ''Al işte maça böyle gidilir!'' örneğini vereceğini sandım.Çünkü ben dün medyaya kandım anne, medya böyle yapacaklar dedi umutlandık anne,affet beni.Gurban oğlayum hao ayaklarinun aldina.

  Maçtan sonra öğrendik vaziyeti.Eee tabi edilen küfüre ben kafamı takmam da, edilen küfürler ile o kadar çok soru işareti oluştu ki kafamızda...Beraber bakalım;

  1)''Aykut KOCAMAN: Tarihe tanıklık ediyoruz.''

          ''Peki o zaman'' diyelim biz de...Çünkü söylenecek sözler aslında bilindik sözler.Trabzon'da futbolun kadını erkeği yoktur.O yüzdendir ki sizin bugün; ''Aaa bu ilk heralde,tarihe tanıklık ediyorum'' dediğiniz şey,aslında ne kadar Anadolu'ya uzak yaşadığınızı gösteren, ne kadar ''Anadolu'dan geldik'' deseniz de,dönüp bakmadığınız toprakların size attığı bir büyük farktır.Bir şarkı ezberletmişler sizlere,hala daha söylüyorsunuz;

''Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür,
gitmesekte görmesekte o köy bizim köyümüzdür''

  İşte yanılgınız burada.Gitmediğiniz köy sizin değil,zaten sizin olmadığı için,onu tanımıyorsunuz bile.Ülkenin Kuzeyindeki şehirde kadınların futbol telaşesi sizler şortla gezerken bile vardı.

  2) ''İ..e Trabzon, olamazsın şampiyon.''

    Bu tezahüratın 61.dakikada yapılması, bu dakikanın dost-düşman herkes tarafından Trabzon'a ait hissiyatlar bıraktığını gösterir.Dost; ''Şampiyon'' diye bağırır, düşman ''Parçala Behçet'' manasına gelen tezahüratlarla hatırlar Trabzonspor'u.Bu küfürlü tezahürat ilk defa yapılmıyor, yapılan ilk defa kadınlar tarafından yapılması...Açıklayalım.

    Sabah uyandınız,ufak uşağınız yanınıza geldi; ''Anne  dün televizyon seni gösterdi, İ...e Trabzon diye bağırıyordun,çok güzel gözüküyordun,yüzünde gülücükler açıyordu,merak ettim anne,i...e ne demek?'' diye sorsa; vereceğiniz cevap sizin sol ve sağ omuzunuzdaki günah-sevap dengenizi sarsmaz umarım.

    Geçen sezon içerisinde, aklı evvel her hakemin penaltı kararını onayladığı,Trabzon'un kullandığı penaltılar için, şu an şike ve çete suçundan dolayı tutuklu bulunan başkanlarının sözlerine inanıp,televizyonlara; ''Trabzon'un penaltılarını izliyoruz, ben oğluma nasıl anlatacağım bunu?'' diyebilen annenin, aynı oğluna, dün Trabzon'a söylediği İ..e sözünü nasıl anlatacağını çok merak ediyorum.

    Hadi erkek fanatik,fanatizminden dolayı popülist.Ne oldu kadınların''Biz erkekler kadar yüzeysel bakamıyoruz şekerim'' laflarına...Yüzeysel bakmayı geçtiniz,sığ sularda yüzmekten bile korkar oldunuz.

   Ganzilistv'nin videolarını izleyenler bilir,bundan 30 yıl önce, Fenerbahçeli Uğur Dündar'ın röportaj yaptığı yaşlı teyzeyi...Uğur Dündar belki hatırlamaz,bugünkü ''araştırmacı'' gazeteciliğinden dolayı o teyzeyi.Ne demişti teyze?Bakalım:


   ''Oğlum sahaya giriysığnız.Ananıza-Bobaniza sövdürursenuz,hiç sahaya girmayın.Ne vurun-Ne vurulun...''

   O teyze kim biliyormusunuz? O teyze tüm Trabzonspor'lu kadınların sesi...Benim annem, annanem, babaannem, teyzem. Diğerlerinin de anası,annanesi,babaannesi,halası, teyzesi...İşte biz böyle anaların çocukları olduğumuz içindir belki de sadece saha içinde mücadele etmeyi seviyoruz.Anamız bizi maça gönderirken, böyle konuştuğu için biz bugün dikkat ediyoruz.Şimdi bir de dün sözde Trabzon'u aşağılayacağını sanıp küfür eden hanımlara bakıyorum da; tvde böyleyseniz,acaba çocuklarınızı maça gönderirken neler kusuyorsunuz...Bugünün bazı haksızlığı ve hırsızlığı savunan fenerbahçelilerinin,dün nasıl yetiştiğini anlatıyorsunuz bize üstelik.Hem konu anlatımlı hemde soru bankası hediyeli olarak.



Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız


 Nazım Hikmet Ran.
 

      Dipnot: Milliyet muhabiri Miraç Zeynep Özkartal ne diyor bakın; ''Sinirlenince en fazla 'gerizekalı' diye bağırıyorlar,kaçan pozisyonlara ise 'Hadi Be'. Öfke? Hiç yok.Saldırganlık? Asla'' Eee gülüyor tabi Kuzey'in çocukları böyle muhabirlere,demek ki spor medyasında yalanı sadece erkekler söylemiyormuş,kadınlar da binlerce tiraja sahip gazeteye abartmış halde yalan yazabiliyormuş diye...Sosyal Medya güçlendikçe, böyle muhabirlerde okuyucuya şirin gözükmek için harcadığı çabalarla gülünçleşiyor.

     Dipnot2: Fenerbahçenin isyan ettiği gol iptali için,kalecileri ve Semih Şentürk'lerinin yorumları şaşırtıyor mu sizleri? Görende ''Biri bana bunu açıklamalı'' diyen Volkan'ın geçen sene tertemiz bir ligde oynadığını sanır.Gören de twitterda isyan eden,ama geçen sene ses kayıtlarında rakibi mamalamayı öneren genç Semih'in tertemiz golcü olduğuna inanır.Dipnot2 için de bir Ömer Hayyam şiiri koyardım da neyse boşverin.

  Saygılar.


        

  
 

 

20 Eylül 2011 Salı

Ömer Ç.:Bir Kadıköy Paranoyası

  Değerleri temsil eden kişilerin yaptıkları,değerlere değer katabileceği gibi, değerleri yok sayılabilecek kadar da azaltabilir bence.Bu değer için ister kurum, ister kültür örneğini verebilir her insan.

  Fakat ortada açık ve net olan birşey var ki; eğer insanların değerli gördüğü bir kurum ve ya bir kültür, yine bir insan tarafından temsil ediliyorsa,o insanın seçilmesi çok önemlidir.Çünkü o insan, o kurum ile özdeşleşir görevini yaptığı saatleri içerisinde.İşte burada ortaya çıkar negatif kutup ile pozitif kutup arasındaki manyetik alan hesabı.

  Fenerbahçe bir değer ise eğer, bunu en iyi Fenerbahçe'ye değer verenler bilir.Daha doğrusu en iyi onların bileceğini düşünüyoruz biz.Fenerbahçe'yi temsil eden her kişi, o camiaya gönül veren kişilerin adına konuşuyordur aslında,yukarıda da bahsettiğimiz gibi.

  Fenerbahçe SK, yıllardır en antipatik takım görünümünde.Normal Şartlar Altında(NŞA), en antipatik takımın,en başarılı takım olması gerekir ki, Türkiyede en uzun süreli başarıyı 4 sene arka arkaya şampiyon olarak yaşamış olan bir diğer İstanbul takımının o başarılı zamanında bile en antipatik yine Fenerbahçe'dir.Bu düzeltilesi durum, Fenerbahçe'yi yönetilenler tarafından bir gurur vesilesi görüldüğünden beri, düzeltilmesi gereken yanlışlar ''kutsal'' kabul edilmiştir.Ali ŞEN döneminden sonra,Aziz YILDIRIM zamanında bu olayların zirve yaptığını, ve yanlışlıkların zirve yaptığı anda meydana gelen ilahi adalet tecellisini aklı başında Fenerbahçe taraftarları da olmak üzere herkes görmüştür.

  İşte; yöneticin senin kulübün ve camian için ne kadar önemliyse, yorumcun da o derece mühim bu süreçte.Trabzonspor yıllarca bu olayın sıkıntısını çekmiştir.Aslında Trabzonsporlu olmayan ama Trabzonsporlu gösterilen kişiler tarafından temsil edilmiştir hesapta. Eski futbolcuları,çıkar peşinde koşan yöneticileri, kendi çıkarını Trabzonspor'dan üstün gördükçe o programlarda, Trabzonspor güç kaybetmiştir.Artık yeni yeni,''Önce Trabzonspor'' diyebilen kişilerin gazetelerde,televizyonlarda,radyolardaki mücadelesini izleyip gururlanabiliyoruz.Çünkü; okurken,izlerken,dinlerken uzun yıllar sonra belki de ilk defa ''Hah ben olsam bunu derdim işte'' diyebileceğimiz haklı ve güzel cümleler duyuyoruz.

  Fenerbahçe SK ise bunun sıkıntısını yaşadığını hala belli ediyor.Beni Fb'nin sıkıntısı en ufak derecede ilgilendirmez.Beni ilgilendiren, Fb yorumcusu olan,önceden yöneticilik yapmış kişilerin yorumlarındaki üsluplarıdır.

  Klasik medya güç kaybediyor.Çünkü sosyal medya gitgide güçleniyor.Çünkü daha tarafsız,herkes eşit.İşte bu yüzden ''dinazor'' dediğimiz yorumcuların klasik medya kurumları içerisinde kırdığı potlar hemen düzeltilirken,benzer potları sosyal medyada kırdı mı geri dönüşü olmuyor.

   Ömer Çavuşoğlu...Fenerbahçeliler tarafından önemli bir değer belki de.Ama sosyal medyada söylediği son sözler,''3 kuruşluk insana verilen 5 kuruşluk değer'' lafını kanıtlıyor.Zaten Fenerbahçe SK taraftarları bu yanlış yüzünden her seferinde 2 kuruş zarar ediyorlar ya, banane onların sorunu.

   Ömer Ç.'nin ağzından çıkan,Trabzonspor ile ilgili sözler kan donduruyor.Şöyle ki; söylediği söz, hiçbirşey bilmeyen, lise milliyetçiliğinden demlenen liseli çocukların bile birbirlerine söylemeyeceği bir söz.Üstelik cahillik yaftasının, bu sözü söyleyene karşı yapıştırılması farz olan bir söz.Gelin görün ki bu cahilliği yapan,Fenerbahçe SK'nın eski yöneticisi olunca, Fenerbahçe'nin, medyada anlatılan Kurtuluş zamanındaki ''Vatanının birliğini bütünlüğünü sağlayan galibiyetlere imza atması'' efsanesi de Ankara'ya göre Kuzeyde ve Doğuda olan şehrin çocuklarını inceden işkillendiriyor.Trabzonspor'a Pontus,Galatasaray'a PKK diyen bir kişinin takımı için söylenen ''Kurtuluş Savaşı'nın takımı'' gibi sıfatlar bizi güldürüyor.Gemide filminde bir replik vardır;Kaptan ile Kamil'in efsane konuşması... Öldürülmeden önce tecavüz edilen kız için ve kullanılan uyuşturucuyu örtbas etmek için Kamil'in Kaptan'a sunduğu öneriye Kaptan'ın bir cevabı vardı;

    ''Karı O....ydu s.....k,adam p....nkti öldürdük,otu da biz çekiyoruz, ulan sormazlar mı adama siz misiniz bu şehrin zaptiyesi diye?''İşte bu cevaba benzer bir soru sorulabilir,bu mantıktaki şahıslara;

     ''Ulan Trabzonspor Rum,Galatasaray PKK; ulan sormazlar mı adama bir delikanlı Fener mi  diye?''

    ''Boşverin, bu adamımı ciddiye alacaksınız?'' sorusu ise beni kızdırıyor.Neden ciddiye almayacakmışım? Yıllardır ciddiye alınmayan kişilerin sebep olduğu ciddi olaylarla başbaşa kalmadı mı Trabzonspor? Eğer Fb taraftarı bu insanı ciddiye alıyorsa, bu insana gereksiz değer veriyorsa(3 kuruşluk insana 5 kuruşluk değer) bende bu insana hakettiğinden de az-2 kuruş daha az- değer veririm ki ülke ekonomisi dengeye gelsin,cari açık artık artmasın,ithal isimlere artık ihtiyaç duyulmasın.

    Pontus tarihini tartışmayacağım bu yazıda.Çünkü ben bu konu hakkında kitaplar okusam bile asla yeterli değildir biliyorum.Benim bahsetmek istediğim en önemli şey,aşağıdaki paragrafta geçer ki;

     Trabzonspor takımını tutan bir insan Rum olabilir, Ermeni olabilir,Yahudi olabilir. Trabzon'da yaşayıp Trabzonspor'u tutan her insanın saf müslüman olması gerekmez.Dedesi Rum olabilir,Ermeni,Rus olabilir.Bunlar,sözde aşağılamak için geçerli cümleler mi gerçekten?

   Çünkü şunu da biliyoruz ki,Fenerbahçe'nin oynadığı çayır Papaz'ındır...Adalardaki Rum nüfusun yüzde doksan taraftarı olduğu kulüp Fenerbahçedir.Bunlar ayıp şeyler değil,olamaz da.Elbette benim takımımı Rum'da tutabilir,Ermeni de... Gürcistan'da futbol yaşantısını sürdüren ve 61.dakikada ''Trabzon'' diye bağıran Dinamo Tiflis taraftarlarının yaptığı gibi. Etnik kökenler günah değildir ki bunlara sözde vurduğunuzda sevap kazanasınız.Kaldı ki son dönem ki araştırma-inceleme kitaplarında Trabzon halkı için değil,Çavuşoğlu soyadı için Yahudi Dönmesi sıfatı yapılıyor.Tabii bizce bu da doğru değil.Herkes istediği takımı tutabilir,herkes istediği gibi tanrıya tapabileceği,herkes istediği kıza aşık olabileceği gibi...Önemli olan bunu kavrayabilecek beyine sahip olmaktır.

 Ben sana İnşaat Mühendisi olamazsın demedim,ben sana.......

 Dipnot: Dinamo Tiflis'e  selam olsun.


 Saygılar.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Vittek ve Mahcubiyet.

  Vittek'in IBB maçındaki sakatlığının ciddi olduğunu öğrendiğimde her taraftar gibi içim sızladı.Fena derecede hemde.Bir sıkıntı hissettimi insan kurtulmak için doğru yolu düşünmesi için sakinlik gerekiyor.

   Taraftarın konu hakkındaki yazılarını gördükçe ise, çok bilmişliklerini ukalalık ile donattıklarını görebiliyoruz maalesef. ''Trabzonlu futboldan anlar.'' bence bu söz artık eskisi kadar gerçek olmasa bile size göre değişebilir ama şu günümüzde her bilinçli taraftar şunu kabul eder ki ''Trabzonspor taraftarının insanlıktan anlayan kısmı azınlıktadır.''

   Ankaragücü dönemindeki ağır sakatlığı malumumuzdu.Fakat taraftarın şunu bilmesi gerekir ki; oyuncu o sakatlığı yaşadı diye yeni sakatlığı oluşmadı.Pozisyon izlendiğinde zeminin azizliğinden olsa gerek yanlış basmasının ve darbenin etkisini görebilirsiniz.Bunun geçmiş dönemdeki sakatlık ile alakası ancak şöyle olabilirdi;
eğer Vittek geçmiş dönemdeki sakatlığı geçmeden antremanlara başlasaydı ve sakat bacağını güçlendirmeden IBB maçına çıksaydı,yani tam düzelmeden bu maçta olsaydı, o zaman bu sakatlığın,önceki sakatlığı yüzünden olduğunu anlardık.

 Ama Vittek sakatlığından kurtulmuştu,güçlenmişti,Şenol Hoca bile, Vittek'in Sapara'dan daha hazır olduğunu söyledi Inter maçından sonra.

   Fakat bunu taraftara anlatamazsınız.Aslında bunu taraftar anlarda, kendisini taraftar sananlar anlamaz.Üstelik ukalalığı ve çok bilmişliği herşeyin üzerindedir açık konuşmak gerekirse.Hayatında  profesyonel olarak spor yapmamış,takım oyununda bulunmamış taraftarın tepkisidir bu.Bunu taraftarı ezmek için söylemiyorum.Maalesef öyle bir konuşuyor ki taraftar, bu işin içerisinde olmamış,takım oyunu oynamamış olmasına rağmen,çok iyi anlarmış gibi tespitler okuyunca sinirleniyor insan.Pozisyonun aynısı halı sahada kendilerine yapılsa,yeri göğü inletir ama aynı kişiler.

  Vittek insan evladı.Sakatlanması gayet doğal.Sakatlığından sonra; ''Al işte zaten sakattı.'' ''Sakat adamı alan şimdi ne düşünüyor'' diye oluşturulan düşünceler inanın sağlıklı değil.

   Maalesef olaylara hep karamsar bakan kişi sayısı bir büyük çoğunluk.Bunun zamanla ve jenerasyon ile değişeceğini umuyorum.Kendini beğenmişlik yüzünden sakatlık konusunda nankör olan taraftarımız, umarım birgün bu düşüncülerinin mahcubiyetini yaşarlar.

 Saygılar.

 

18 Eylül 2011 Pazar

Kaybetmek ve Alışkanlıklar.

     Trabzonspor-İBB maçını izleyemedim.Bu yüzdendir ki, maç kritiği yapmam son derece yanlış olur.Fakat yorumlarına değer verdiğim insanların ve genel kanının birleştiği nokta: top oynayamadık.

      Her takım top oynayamayabilir.Her takımın başına bunun gelmeside gayet doğal bir durumdur çünkü oyuncuyu ne kadar iyi hazırlarsanız hazırlayın; yorgunluğu, dikkati vb etkenler oyuna yansır.Üstelik bu bir takım oyunudur.O yüzden dünyanın en iyi futbol oyununu oynayan ekip olsanız bile kaybedersiniz.

     Kaybetmek ise zor coğrafyanın çocuklarını fena işkillendiriyor.Bir türlü hazmedemiyor, çabuk parlıyoruz.Doğal olarak fazla zarar veriyoruz.

     Takımın 3 gün önce çıktığı zorlu mücadele belli ki fiziksel değil mental olarakta İBB maçına hazırlanmalarını engellemiş.Eğer bir maça konsantre olamazsanız, az önce verdiğim örnekteki gibi,en iyi oyunu oynasanız bile kaybedersiniz.

     Inter-Trabzon maç yazısında Inter: sistem, Trabzon: çevre demiştim ve bir çıkarım elde etmiştim.Şimdi aynı durum geçerli.Trabzon bir sistem iken IBB bir çevre...Parametreleri değişken ve zor bir çevre.Bu yüzden bu çevreye karşı hatalar net olarak ortaya çıkabilir.Manisa ve IBB maçlarından çıkarılacak sonuç şudur ki, geçen sene son dakikalara kadar mücadele eden takım, bu sene son dakikalarda mücadele edememekle kalmayıp gol yiyor. Bu bir sorun,ama çözülemeyecek bir sorun değil.

    Takımın geçen seneki gibi olması için,önce geçen seneki gibi bir takım olması gerek.Bu sene Trabzonspor, stoper mevkiisi dışındaki tüm mevkiilerinde geçen seneye göre alternatifleriyle beraber çok daha güçlü isimlere sahip.Devre arası transferinde stoper mevkiisinin de güçlendirileceğini düşünüyorum, her ne kadar geç kalınsa da...Bu yüzdendir ki, geçen seneki oyunu görememek en azından bu sene için alışılması gereken bir durum.Çünkü bizim sistemimiz, geçen seneye göre şu anda zayıf.Tüm parametreleri güçlü gözükmesine rağmen,sistemde parametreler dengeyi oluşturamamışlar.

   Bu iş sabır işidir.Yeni kurulan bir takımdan, geçen seneki gibi 3 senedir beraber oynayan bir takımın performansını beklemek polyannayı bile kalpazanlaştırabilecek bir iyimserliktir.Benim kendi düşüncem, bu takım şampiyon olabilir ama bu takım 82 puan toplayamaz.Ve aynı şekilde şunu da düşünürüm ki; eğer teknik ekip ve kadro korunursa, önümüzdeki 5 yılda lige damga vuracak bir takıma sahip oluruz.Çünkü takım haline getirmeye çalıştığımız oyuncular bu sene içerisinde ancak takım olabilirler.Aslına bakarsak, bir sene beraber oynamak bile mükkemmel oyunu getirmez size fakat kadrodaki isimlerin kalitesi, bu takımın,takım oyununu 1 senelik beraber top koşturma ile sağlayabileceğini gösteriyor.

  Sistemden bahsetmişken, taraftarada utanarak değinmeden olmaz.Çünkü cidden utanılacak bir vaziyet.Anlaşılan o ki, Trabzon tribünlerinde bir Tatar Ramazan çıkmadan tribündeki oyunlar bozulmayacak.Takım sahipsiz kalmakla kalmayıp,kötü sonuçlarda ''yuh''lanacak...Anlamak zor iş, aylardır görmediğin takımın sahaya çıkıyor, üstelik bu takımın geçen sene o kadar çeteye karşı mücadele etmiş ve ağır bir yara almasına rağmen yılmadan şampiyon olmuş, hakkı teslim edilmemiş,Avrupa ona hakkını teslim etmiş.Ve sen bir kötü sonuçta, bu takıma köstek oluyorsun.Senin oyundan önce geçen seneki ruhu alkışlaman gerekir.Kaybetmek her zaman kötü değildir ki bazı kayıplar bence büyük başarıların temelini atar.

    İşte taraftarın da buna alışması gerek,yani alışkanlık yapması...Alışkanlıklar iyi ve kötü diye ikiye ayrılır ve iki türünü de bırakmak zordur.Fakat bu zor coğrafyanın çocukları yine tersten yaşarlar hayatı; çünkü maalesef kötü alışkanlıklar iyilerine göre hayli fazladır.

  Dipnot: Mustafa Yumlu'ya tepki gösterilmesi beni şaşırtıyor.Her maç ufakta olsa üzerine koyuyor,gelişiyor.Ama sanırım kötü sonuçta en çok tepkiyi alacağını maalesef her özevlat gibi o da biliyor.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Trabzonspor Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala...

  Her Trabzonspor taraftarı,bu maçı anlatırken; ''Nasıl başlasam'' ikilemi yaşar.Özlü sözler yardıma koşuyor Allah'tan.

Başlığın benzerini ilk yazılarımın birinde atmıştım,''Şenol Güneş Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala'' diye... Zaten sorunda aynı...

 Öyle ki, Çarşamba günü oynanacak maç,sadece bir Şampiyonlar Ligi maçı değildi,düşünebiliyormusunuz, bir takımın mücadelesi, Şampiyonlar Ligi maçına bile farklı anlam katıyor...İşte böyle bir maç için ekranlara kurulan tüm Türkiye'nin temennisi maalesef aynı değildi.Süreç malum,bu süreçten ders alması gerekenler,derslerini almak bir yana, ders vermeye devam ediyorlar statik köşelerinde.Bir kısım vatandaş, Trabzonspor'un farklı yenilmesi için dua ediyor!Sebebi belli... Hani bir efsane vardır hep, ''Hırsızı evine girmiş halde yakaladın,öldürürsen ve ya yaralarsan suçlusun'' diye,işte bu efsaneyi ortadan kaldırdı Trabzonspor.Çünkü Emeğini çalan hırsızı yakalattığından bu yana, Trabzonspor ''suçlu'' oldu.

  Takım dizilişiyle Inter karşısında taktiksel olarak doğru bir yapıya sahipti bence.İlk 45 dakika,rakibi tartayım derken sendelemedi değil,ama yine de ilk Şampiyonlar Ligi maçına göre iyiydi ve harika bir netice aldı.

   Ben,neticeden çok,neticenin etkilerine bakıyorum.Trabzonspor'un galibiyeti maalesef çok insanı üzdü.Avrupa basınına baktığınızda, takımın kurgusunun modern bir deplasman takım kurgusu olduğuna vurgu yapılıyor.Dahası da var; yabancı futbol otoritesi sayılabilecek çeşitli ülkeden yorumcular, Trabzonspor'un kurgusu ve hataları dışındaki oyun disiplinin,galibiyeti sürpriz kılmadığını söylüyorlar. 2.devrede, itina ile tartılmış Inter'in vaziyeti ortadaydı zaten...

   Fakat aynı maç için, Türk Spor Medyasının fikirleri aynı değil...Maç aynı maç iken, bir,bilemedin iki aklı selim yorumcu dışarısında, Trabzonspor kurgusunu anlayabilen beyin tahmin edildiği gibi yok...''Trabzonspor şansa kazandı.'',''Inter kötüydü.'', ''Inter'in taktiksel hataları bu sonucu verdi.''... Böyle yorumlar çok komik aslında. Çünkü; şans dediğiniz zaman,Halil Altıntopun direkten dönen volesini de değerlendirmeniz gerekir.Eğer şans dedikleriniz Tolga'nın tuttuğu toplar ise, milli takım kalecilerini bir an önce çöllerdeki kutup ayılarından uzaklaştırın. Inter'in taktik hatalarını bahane edenler ise daha komik. Hata ne zaman ortaya çıkar? Sistem çalıştığı zaman.Sistem zorlukla karşılaştığı zaman. Sistemi zorlukla karşılaştıran nedir? Çevre. Inter bu maçta sistem,Trabzon bu maçta çevre idi.Doğal olarak, sistemi zorlaması normal.Zorlanan sistemin ortaya çıkan hataları ise Trabzon'un akılcı oyununu ortaya koyuyor.Yani, Trabzonspor'u kutlamaktan çekinenlerin bahaneleri bile Trabzon'un akılcı oyununu ispatlıyor.

   Trabzonspor, zorluklara karşı büyümeye devam ediyor.Bu yolda çok daha zorlanacak, ama her zorluğun pozitif etkisi de, o zorluğun şiddeti ile eşdeğerdir.

    UEFA'da ''Ayın takımı'', anketlerde 1 numara çıkan bir takımın,kendi ülkesinde ''Sürpriz'' gözükmesi,aslında ülke futbolunun medyası gözükenlerin,hırsızları ne kadar iyi tanıdığını ve sevdiğini ortaya koyuyor.

  Gönül isterdi ki, medyanın hataları yerine, oyuncuların inadını anlatabilelim,ama o zaman da yazı çok uzar, başka bir Inter maçına inşaallah! 28 Sene beklemeyeceğiz çünkü!

  Saygılar.

13 Eylül 2011 Salı

Süper Lig...Seni Kalbime Gömdüm.

 Başlık çalıntı; şöyle ki;

    ''Seni Kalbime Gömdüm'' kısmı takipçisi olduğum Behzat Ç. nin hayecan ile beklediğim filminin adı,ordan aldım yani... Başlığın başındaki kısım; ''Süper Lig'' ise zaten bildiğiniz gibi tamamen ÇALINTI...

     Marka değeri Türkiye Kamuoyunda fazlasıyla önemli olan, hatta markanın değeri, Türk Futbolunu yöneten insanların kişiliğinden,sözlerinden hatta kimi zaman devletin yasalarından daha önemli olan yeni dokunulmazımız Süper Toto Süper Lig başladı.Lig başlayınca şu görüldü ki; insanların ceplerini doldurmak ve ya boşaltmamak için çırpındığı,bir hafta önce söylediği sözleri bile bile unuttuğu, taraftar olmaktan kurtulmayıp,taraftarken TFF başkanlığı yaptığı ligin marka değeri izleyici açısından çoktan bitmiş...Demek ki neymiş? Siz paranız için kişiliğinizi,görevinizi kötüye kullanabilirmişsiniz, ama Türk Futbol Seyircisi, sizin para için bu kadar çırpınmanızdan sonra size zırnık koklatmayıp maça gelmezmiş...Demek ki neymiş? Marka değeri dediğiniz şey, birbirinize uyumadan önce söylediğiniz masalmış.Bir varmış,bin yokmuş yani!

   Taraftarın tribünleri doldurmaması, aslında en önemli unsurdur bu süreçte.TFF'nin fenerbahçe ile ortak çalıştığı bu süreci tüm futbolseverler reddetti.Her bir futbol taraftarı Tatar Ramazan'dı bu süreçte yani; ''Benim adım Tatar Ramazan,ben bu oyunu bozarım.'' Aslanım benim,yürü kim tutar seni.

   Geçen süreç, Türk Futbolu açısından değil; Dünya Futbolu açısından çok önemlidir.Çünkü ilk defa Dünya Futbolunun önüne, her zaman söylenen; şike-çete ilişkisi kanıtlarla konulmuştur,iddialar çok fazladır,soruşturma şu ana kadar ki en büyük soruşturmadır ve bütün bunlar bence spor hukukunda okutulması gereken muhteşem örneklerdir.

   Müslüman.. diye diye yabancıları ''gavur'' olarak benimsemiş toplumumuza da büyük bir ders olmuştur, inançları gereği 1 ay geçmeden kutsal toprağı ziyaret eden kişilerin,gözlerin içine baka baka yalan söylemesi...Ve gavur denilen yabancının gelip adaleti sağlaması...

   Sürecin sonlandırılmamak istendiği, ''Artı sonsuza'' götürülmek istendiği bu ülkede, tribünde hırsıza hırsız demek suç olmuş, ama hırsızın posterini asmak suç olmamıştır.Hırsıza sövmek suç olmuş, ama hırsızın tişörtünü ''pisliğin içine girmediği iddia edilen''oyuncuların sallaması ''çığlık'' olmuştur.Tabi bu çığlığın bizim ordaki adına ''Afkurma'' derler, buda başka bir yazı konusu.

   Yurt genelinde tüm maçlarda tribünlerin dolmaması haber değildir,ama saha dışında 200 tane bile olmayan fb linin tezahürat yapması haberdir bu canım güzel müslüman ülkemde.

   Bu ülkenin istatistik anlayışı öyle fenadır ki,yeri gelir stat dışında tezahürat yapan 200 kişi,25 milyon(!) fb taraftarını simgelerken, hakkı yenilmiş bir şehirde yürüyen 30 bin kişi, 1 avuç insanı simgeler.Şunu da söylemek gerekir ki, şike olaylarının ciddiyetini kabul eden fb taraftarı gerçekten çok çok çok fazla.Ama medya ve medyanın oyuncağı olmuş grupların sayısı çok az olmasına rağmen gücü çok fazla, tüm fb taraftarını temsil ettiğini kabul ettirmeye çalışıyorlar...

   Yazı uzayıp gider...Başka zaman devam etmek dileğiyle...Sallanan tişörtler, stat dışından haykırılan tezahüratlar, hırsızları için dökülen gözyaşları,bütün bunları bir mağduriyet simgesi olarak gösteren yayıncı kuruluş adına; Futbol nereye,hepiniz oraya(!)...

   Dipnot: Lemi; yeğenini aşkına Trabzonspor'u dün akşam temsil ediş şeklin, bana yeğeninin bir maçtaki kendini yere atma rekorlarını geçtiğini düşündürttü.Atla uşağum atla...

   Saygılar.
   

8 Eylül 2011 Perşembe

Doğarken Ağladı İNSAN...

Bugün sen çok gençsin yavrum
Hayat ümit neşe dolu...
Mutlu günler vaadediyor sana yıllar ömür boyu...

Ne yalnızlık ne yalan üzmesin seni.
Doğarken ağladı insan...
Bu son olsun bu son.

     Ankara'daki Ankaragücü maçını hatırlasana, hani ilk maçtı. Kampa girilmeden sen şampiyonluğa inanmıştın, annenin,babanın hissedemediği, belki de unuttuğu hissi hissediyordun,emindin hani.Her şey güzel gidecekti, inanıyordun sen. Unutulan bir şeydi belki,ama unutulmaması gereken en büyük şeyi tekrar ispat edecektin ya Türkiye'ye...

   İşte Ankara'da buna bismillah deyiverdin sen. Hani emindin de, olur da Allah göstermesin kötü bir sonuç alırsak moral bozulurdu...İzledin dimi maçı sen? Ne de mutlu olmuştun, daha futbolcusu kampa girmeden senin ondan beklentini daha o bilmeden,senin öngördüğün oluyordu,diğer Trabzonspor taraftarlarıyla birlikte...

   Hani devamıda gelmişti,2. hafta, tarihi farktan kurtuluvermişti Fenerbahçe SK. Hatırlasana...

   Manisa maçından sonra korkmuştun ya hani,sen korktuğunda renktaşın sana gülümsemişti, o korkun gitmişti,güvenin yerine gelmişti...Ondan güven ödünç almıştın da ileriki zamanlarda o güveni ona geri ödeyecektin, onun omzuna bu sefer sen el atacaktın,hatırlasana o an ki kalp atışını...

   İlk devreyi hatırladın değil mi? Toplanan puan başkalarını şaşırtırken,sen kendine şaşırmıştın hani, ''nasıl bu kadar emin olabildim ben'' diye...Hani küçüklükten beri mızıkçılık yapanlar haksız bir serzenişte bulunmuştu...Korkuyordun kabul et.Bu sefer takımdan değil, kötü niyetlilerin bu gücünü kötüye kullanacağına emin olduğundan korkuyordun.Çok... Ortaya koyulan bir emek, bir başarı,azim,hırs,mücadele. Bunlara  yapılacak bir haksızlık...

   Senin burnunudan bir damla kan aksa, annen nasıl da korkardı ama... Bir yerin çizildiğinde sardığın yara bandı bile o annenin yüreğinin sızlatırdı da sana çaktırmazdı durumu.İdare ederdi,hani saçını okşamaya bile dikkat eden annen hep sakınırdı seni,görürdü korkularını kalbinin içinde, o korkularına teslim olmadan seni seyrederdi...Ama kötü birşey de olmazdı hani, hep annenin duası kabul olurdu yaradan katında...Sağ salim dönerdin eve çoğu zaman...

   Ya ikinci yarıyı hatırladın mı? Unutmak ne mümkün? Kötü niyetliler başlamıştı işe hani...Hani annen sana birşey olmadan önce hissederdi de korkardı ya, işte sana o gün en büyük yanlışlar yapıldı...Kimse göremedi,görmek istemedi, yaşatmadı sana sevincini...Seni gören yine annendi ama dimi? Tüm ülkenin görmesi gerekeni, tüm ülke görmedi,istemedi... Küçüklüğünden beri içinde büyüdüğün ülkenin insanı, burnundan akan kana domates, alnından akan tere yağmur damlası diye baktı.Seni yine birtek annen gördü hani...Gözündeki gözyaşını onun görmesini istemedin ya hani, tüm ülkenini güçlülerinin seni ağlatmasını annenin görmesini istememiştin, çünkü o annendi senin,sen onun göz yaşına kıyamazdın...Tuttun ya kendini,yüzün şekilden şekle girmedi mi? girmez olur mu,hadi itiraf et,sıkmadın mı yumruğunu,aldığın nefese şükretmeyi öğretmedimi sana bu ikinci yarı...Hani sen bu ikinci yarı, Türkiye'ye ''Anneeeeee'' diye bağırmadın mı?

   Susmadın,ama susmuş gösterilmedin mi.Sövmedin,ama sövmüş gösterilmedin mi...Doğru söyle sen bu ülkeyi canından çok severken, bu ülkenin çoğu godamanı seni sevmedi değil mi?En çok buna içerlemiştin ya hani,ait olduğun ülkenin seni dışlamasına...

   Hani 5 hafta kala,apaçık ortada olan bir vaziyeti tüm Türkiye destan diye kutlamıştı ya...Hani göz göre göre yapılanları 6 nokta bandıyla bağlamışlardı ya bunu, hani bundan biraz bahsettikçe,paranoyak,şizofren damgası yemedin mi? Böyle gelen böyle gidecek laflarına maruz kalmadın mı? Hadi hepsini geçtim de, o son 5 hafta içinde,her haftasonu annenin ağlamasına şahit olmadın mı? Seni gözünden sakınan varlığın üzülmesine izin vermek zorunda kalmadın mı? Hani sen bunu kendine yedirememiştin,hani sen kimi zaman yerde yatarken,kimi zaman holde uyurken bulmamışmıydın kendini...

   Son maçın çıkışında,siyah gökyüzüne haykırmamışmıydın sevgini, ağlaya ağlaya...Hüngür hüngür ağlaya ağlaya rabbine şükrederken sevdiğini söylemiştin ya Trabzonsporu... O kadar canı yanmasına rağmen sana ''bende'' diye verdiği cevabı duymuştun ya,ağlarken gülmüştün,şükrederken ağladığın gibi...

  Hani bir Pazar sabahıydı,uykulu gözlerle görmüştün gözaltılarını...''Burası Türkiye'' demiştin de, sonra ümitlenmiştin, ortaya çıkanları gördükçe sevinmiştin...Korkmuştun da bu süreçte,ama sonrasında anlamıştın sana atılanın bir iftira olduğunu...Hani sana mücadelen sırasında iftira atanlar,şimdi de iftira atmıştı da sen sadece arada sırada söverken,çoğu zaman tecelli eden ilahi adaletin büyüklüğüne tekrardan şükretmiştin.

  Adı büyük,yüreği küçük insanları gördükçe şaşırmıştın...Alamadıkları kararlara kızdıkça gülmüş,gülmüşte şükretmiş,şükrettikçe gözyaşların aklına gelmiş, o gözyaşların senin aklına annenin gözyaşlarını getirmiş, sonra yine kızmıştın...Bu döngüyü sen bulmuştun,adını koymaya gerek bile duymamıştın...

  Sen, büyük bildiğin kurumların, güçlü bildiğin kişilerin hepsinin senin yüreğinden küçük olduğunu görmüştün bu ülkede...Toprağın aklına gelmişti,köyün,patika yolun,deren,hamağın,taflanın,fasulyen,annanen,dayın,evin...Sen bu ülkeden çok bu toprağa ait olduğunu anlamıştın,hadi gözün aydın yine bir şerden bir hayır çıkarmıştın,şükretmiştin yaradanına...Sen bu ülkeyi değil, bu ülkenini insanını değil bu toprağını seviyordun...Sen aşıktın da sonradan öğrenmiştin hani...

  Aldığın müjdeli haberi de hatırladın mı? Yabancıya gavur diyenlerin sağlayamadığı adaleti sağlayan yabancılara ettiğin teşekkürü? Hayallerini? Çökertilmeye çalışılan ama hep dik duran hayallerini? Gülümsedin ya yine, sonra şükrettin...

   Bugün...Rahattın sen...Bir sene önce çokta fazla edinilmemiş tecrübenin eksikliği ile kurulan temiz hayaller, bu sene artık  dayanaklarına oturtulmuş,sağlam bir köy evi gibiydi...Hayallerin hala tertemiz, ama daha gerçekçi olmuştu,üstelik hakettiğini almaya başlamıştın,kayıpların olmasına rağmen..Devamı da gelecekti,gelmek zorundaydı...

  Hani en çokta o cana sevinmiştin,anneye...Ağlamıordu da gülüyordu artık.Onun gülüşü senin güneşindi...Senini güneşin takımının ateşi,takımının ateşi şehrinin meşalesiydi...Toprağının...

  Bugün ağlamadın, çünkü bugün doğdun...Sen doğarken ağladın,uzun sürdü, ama doğdun artık,ağlamana gerek yoktu, ayrıldığın pis dünyadan,temiz bir dünyaya doğdun sen...

Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son...

26 Ağustos 2011 Cuma

Mağdur...

  Özerklik kazanmış bir yapıya sahip olan kurum TFF. Özerkliğin getirdiği avantajları maalesef ülke futbolu için değil, fenerbahçe için kullanmaya yıllar öncesinden alışmış. Öyle ki, başka bir kulübün başına gelseydi bu süreçte yaşanılanlar,1 hafta bile beklenmeyecek bir durumdaydı ortalık. Ama konu fenerbahçe olunca, yani yıllardır federasyonlarda hep derin yapılanma içine girmiş,ama bunu sürekli reddeden ve çehresinin kızarmak bilmediği bir şekilde mağduru oynayan bir fenerbahçe olunca, tüm kurulları derin fenerbahçe ile çevrilmiş TFF nin verdiği kararda şaşırılmayacak kadar şaşırtıcı bir karardı.

  Öyle ki, vahim olan bir durum, sonralarında yerini iddianamenin beklenmesine bıraktı.Ortada şöyle bir gerçek var ki Türkiye gerçekten bir değişim süreci içerisinde...Bunu savcının; 'İddianameyi bekleyeceğiz' diyen TFF ye cevap niteliğinde belgeleri göndermesiyle bir kez daha gördük. Belgeler geldikten sonra etik kurula bel bağladığını belirten mehmet ali aydınlar, etik kurulunun ülkeyi oyalamasından sonra, küçük çocukların bilie inanmadığı bir açıklama yaparak fenerbahçe hakkında yeterli iddia olmadığını söyledi, önündeki kağıtlarda kanaat oluştuğuna dair bilgiler yer almasına rağmen.

  Bu süreçte, taraftarı olduğum Trabzonspor sustu, bence doğru olanı buydu.Fakat fenerbahçe spor kulübü, gerek medyası aracılığıyla,gerek önemli kararların arefesinde tff yöneticileri ile görüşmeleriyle susmadığını,çalıştığını gösterdi.Nitekim alınan karar fenerbahçeyi memnun etti.

  Bu süreçte gerçekleşen şeyler,adalete inanmış insanlar için kabul edilebilecek bir durum değildi, ve UEFA ya haklı olarak şikayette bulunuldu.Bu şikayetlerden midir tam olarak bilinmez, müfettişin gelişiyle kendi ülkesinde adaleti sağlayamayan özerk kurumun yapamadığını yaptı...Kıyamet koptu...

  İnsan haklı olarak şaşırıyor.Bu gün yöneticilerinin ses kayıtları fotoğraflarla delillendirilmiş,masa başında yapılan anlaşmalarla kazanımlar elde etmiş fenerbhaçe suçsuzum diyor.Ve suçsuzum diye haykırıyor.Buna insan olan herkes şaşırır.Herkese sataşıyor,söyleniyor.Öyle ki, 2 hafta önce kendi lehine karar alan TFF ye bile çıkışıyor.Bu ne yaman çelişkidir anne.

  Nereden başlasa bilemiyor insan ama mutlaka başlamalı bir yerden...Fenerbahçe hakkında o kadar iddia(destekli iddia) varken UEFA fb yi almıyor şampiyonlar ligine.Bunun hıncını bu süreçte kendisine destek olan TFF den çıkartıyor fenerbahçe.Tff Sadri Şeneri verdiği gibi fb yi pfdk ya sevkedemiyor!

  Köşe yazılarında haksızlığa uğradığı düşünülüyor fb nin.Yahu el insaf...Şike yapan bir takımın şl ye gitmesini nasıl hak olarak sunabiliyorsunuz.Cevap hazır 'O zaman TFF niye düşürmedi?'... Bunada verilecek bir cevabımız var elbet.Sürecin başından beri,uzatmak istediniz yolu,UEFA nın sürece dahil olmayacğaına emindiniz, ve böylelikle uzun vadede fb düşmeyecek her şey yanına kalacaktı.UEFA nın müdahalesi ile herşey karıştı ve dün kapalı kapılar arkasında tokalaştığınız insanlarla canlı yayında kavgalar ettiniz.

  Trabzonspor hakkında bir ses kaydı bile yokkken suçlu ilan ettiniz.fb için masumiyet karinesi derken,bize masumiyet teranesi okudunuz.Elin oğlu gewldi,adaleti sağladı.Hiç utanmadınız dimi 'Yabancı geldi benim ülkemde benim adaletimi sağladı'  diye.Hala fb nin haksızlığını savunmak için çırpındınız,çırpınıyorsunuz.

  Siz zaten hiç suçlu olmadınız, sizin yaptığınızı yapmayan,masa başında maç satın almayan Trabzonspor şl ye gidince emek hırsızı oldu...Yahu neyin emeği neyin hırsızlığı...Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun, bu kadar mı karardı vicdanınız kibriniz yüzünden?

  Büyük gazetecileriniz ana haber bültenlerinde öyle tanıtımlar öyle haberler yorumlar yaptı ki, gören fb nin suçlu olduğuna inanırdı,sanki o ses kayıtları fb nin değilmiş gibi...Ç ok büyük bir pişkinlik içindesiniz.Ders almayı reddedip, kötülük yapmak için çırpınmaya devam ediyorsunuz.

  fb yi tutan insanları,anadoluda  belirli takımlara yerleştirdiniz, böylece bu süreçte o kişilerin yaptığı açıklamalarla o kulüpleri de fb ye destek veriyormuş gibi gösterdiniz.Siz hiç suçlu olmadınız, siz herşeyi yapacaksınız ama hiç suçlu sayılmayacaksınız.

 tff sizin için iyi karar alırken adaleti düşünmediniz,şimdi adaletten bahsediyorsunuz.Ve haksızlık ruhunuza işlemiş hala susmuyorsunuz.

  Anlaşmıştınız,ayarlaşmıştınız,küme düşmeyecektiniz. Ama avrupa işe el atınca, sene içinde küme düşeceğiniz kesinleşti, sene içerisinde düştüğünüz zaman 1 değil 2 sene kaybedeceğinizi biliyorsunuz bu yüzden sezon bşalamadan ' biz onurumuzla alt lige iniyoruz' oyununu oynamaya başladınız.

  Size en büyük dersi,fb taraftarı verebilirdi,ama onlarda akıllı bir şekilde düşünmek yerine sizin yalanlarınıza inanmaya karar verdi...O kadar pişkinsiniz ki, hem suçu işleyip,hemde bu suça ceza vermeyen tff yi avrupaya şikayet edenlere hain diyorsunuz.Hakkını alana emek hırsızı ve fırsatçı diyorsunuz.Emin olun, israiloığlu gibisiniz.Onca ders alıyor,ama hiç akıllanmıyorsunuz.Hiç Allah'ın ilahi adaletini düşünemiyor hep kibrinizle hareket ediyorsunuz.

 Öğrenmezseniz helak olursunuz;

  Allahın adaleti çok büyüktür.O istediği zaman,adaleti de en hayırlı şeklde tecelli eder ve ilahi adalete karşı kurulan tuzakları Allah sizden önce bilir; şüphesiz ki O; tuzak kuranların en hayırlısıdır.


3 Ağustos 2011 Çarşamba

İlerleyelim,Kalkınalım,Büyüyelim.

Artık yeminle sıkıldım şu çok ünlü markaya sahip kravatları boyunlarına bağlayan,harika gömlekler giyip,pantolonlarını kemerlerinin deliğini son delikleriyle kapatabilen kodaman görünüşlü insan görünümlülerden.

 Yahu hiç mi haysiyet denen birşeyleri kalmadı, hala ''Etik kurulu yargılayamaz'', ''O yargılayamaz'', ''Bu yargılayamaz'',''Şu da yargılayamaz'' diyorlar.

 Vicdansız beyinler, sizin demek istediğiniz belli aslında,''Biz yaparız ama kimse yargılayamaz''.Bunu öğrenmişsiniz büyüklerinizden,yıllarca böyle gelmiş,gidecek sanıyorsunuz. Siz asıl soruyu sormuyorsunuz,soramıyorsunuz... Siz '' Bu şike nasıl yapılmış?'' diye soramıyorsunuz , ''Şikeyi şu kurum yargılayamaz'' dediğiniz kadar, ''Nasıl bu futbolu kirlettiniz''  diyebilseniz,emin olun o yüzünüzde meymenetten küçük bir kırıntı olurdu...

  Vicdansız heriflerin,meymenetsiz suratlarından her gün yeni açıklamalar,''Türk Futbolu için talimatname değişmeli'' ...Yahu bunu söyleyebiliyorsunuz ya, bunu konuşabiliyorsunuz ya, üstelik bunu fısıltılarla değil,utanmadan bir ÇÖZÜM gibi insanlara sunabiliyorsunuz ya, işte o zaman anlaşılıyor o harika gömleklerinizin gizleyemediği göbeğinizin içinde CİSİMLER.

  Bünyesinde bulunduğunuz kurumun hiç bir önemide yok sizlerin gözünde, çünkü siz kurumu önemsemiyorsunuz,siz kurumun bünyesinde olmayı değil,kurumu BÜNYENİZLE özdeşleştirmeyi sevdiğiniz için,kendi çıkarları uğruna toplumun önemli dinamiklerini hareketsiz bırakıyorsunuz,daha doğrusu bıraktığınızı sanıyorsunuz.

   Türk futbolunda ''Duayen'' kabul edilen,aslında bir ''Dinazor'' olduğu bu süreçte ortaya çıkan bazı ''usta'' kalemler sizinle röportajlar yapıyor,kiminizin kimliği avukat,kiminizin kimliği eski tff yöneticisi,kiminizin kimliği ''kodaman''... Hepiniz, finale birgün önceden aynı masada çalışan öğrenciler gibi aynı şeyi tekrarlıyorsunuz, aynı şeyi söylüyorsunuz,arkanıza kurumlarınızın,kimliklerinizin gücünü alarak.. yalan söylüyorsunuz,bir de utanmadan inanılmayınca tepki koyuyorsunuz...

  Korkuyorsunuz, temiz korku iyidir de sizin korkularınız bile temiz değil, köyde ilk kör yılanla karşılaşan bir çocuğun yaşadığı gibi bir temiz korku değil sizin ki, sizin korkunuz bir pişkinin korkusu,hem çevreye zarar verip,hem de kendine ''acaba yakalanırmıyım'' korkusu...Bu korkuyla büyüttü belki sizi babalarınız, ama işte tam da bu korkunun ecele faydası olmuyor.

  Siz korkuyorsunuz, çünkü her zaman süregelen değişim bu sefer sizi rahatsız ediyor.Bu değişim denen şey önceden de gelecekti,ama siz buna tüm mekanizmalarınızla engel oldunuz, kendi yalanlarınızı, değişim diye Türk Futboluna sundunuz. Şimdi gerçek değişim geliyor,ve siz korkuyorsunuz.Çünkü bu değişim birgün sizi de vuracak; artık başında bulunduğunuz kurumunuz dinamiklerini daha özgürce ve objektif olarak kullanacak,ve burda sizin bir etkiniz o-la-ma-ya-cak. Koltuğunuz gidecek diye korkuyorsunuz, yıllarca o kemerin son deliğine kadar büyüttüğünüz göbeğinizin emeği için endişeleniyorsunuz! Fakat emeğini yediklerinizi sindirebildiğiniz kadar, bugün artık kusacaksınız.Siz kusacaksınız ki, bünyenizde hapsettiğiniz kurumlar,kulüpler artık bünyenizden çıkacak,temiz hava alacak...

  Korkuyorsunuz, çünkü yıllarca haramla beslendiniz,haram ile büyüdünüz.

  Soruyorsunuz sözde gazetecilere,o gazeteciler ki, bir iki saat önceden sizi arayıp soru ce cevapları birlikte tayin ettiğiniz ''Usta'' görünümlü ''Dinazor'' gazeteciler...Onlara soroyursunuz;

 ''Kim,nasıl yargılayabilir ki, etik kurulu yargılayamaz çünkü vs vs, ee tahkim de yargılayamaz çünkü vs vs, disiplin kurulunun yargılama ne haddine çünkü vs vs..,tff de yargılayamaz çünkü vs vs, Avrupa da yargılamasın çünkü prestijimiz söner UEFA ya şikayet etmek vatan hainliğidir, FIFA yargılarsa milli takımlarda ceza alır ki bu daha büyük vata hainliğidir,oda yargılamasın.''  Kısaca söyleyin işte, kim yargılasın demek istiyorsunuz? Cevaplarını kusamıyorlar bu sefer; ''Hiç kimse yargılanmasın yaa, acaba bu seferlik bu olay kapansa olur mu? Söz bir daha yapmayacağız.''... Cevabınız bu aslında da, hayatınız boyunca hep babalarınız,büyüklerinizn peşinde koştuğunuz için gerek duymadığınız yüreğiniz yetmiyor bu cevabı vermeye...Aziz Nesinlik hikayesiniz hepiniz aslında, İlerleyelim,Kalkınalım,Büyüyelim deyip Hazinedeki Paslı Tenekeye bile göz koyacak kadar Aziz Nesinlik vakasınız.

  Ben bir şartla kabul ediyorum,kusmuklarınızı; ''Tamam etikte yargılamasın,tahkim de,disiplinde federasyonda,yargıda yargılamasın,kabul ediyorum, ama tek bir şey yargılasın sizleri, kabul edecekmisiniz? sizi bu olayda VİCDAN  yargılasın mı?'' vicdansız insanlar,korkaklar...o kadar korkaksınız ki, ufak bir çocuğun köyde gördüğü kör yılanı merakından bile korkar,siz görseniz kaçacak delik ararsınız,o deliğe sığmayacak kadar kodaman olsanız bile...

  Saygılar.

17 Temmuz 2011 Pazar

Habib ŞEN...

  O güzelim yeşile,sık sık olmak üzere merhaba diyen,her damlasının meleklerin indirdiğine inanılan yağmur berekettir benim topraklarımda. Yeşili hep yeşil yapan yağmur,ufak uşakları top oynarken hep ıslak eder. Küçük yüreklerin,büyüdükçe yılmaz ve inat bir adam olmasını sağlar yağmur bizim oralarda.Aramız iyidir hani,bir yağdımı,bir dahakini haftalar sonrasına bırakmaz,ertesi gün hatırlatıverir kendisini.

  Bereketin yeryüzüne inmesini sağlayan yağmura bulaşan acı, o yağmur damlalarının gözyaşı olmasına sebep olan şeydir.Acemi mühendismidir bilinmez,teknik hatamıdır anlaşılmaz,yoksa gizli bir nükleer çalışmamıdır,tahmin bile edilmek istenmez.Ama Çerbonildir adı.Lanet olası şehir,lanet olası isim,lanet olası santral.

  Ortalama olarak bir yağmur damlasına da dahil oluveren bilmem kaç mol radyasyon,ortalama bir yaprağa düşen bilmem kaç adet yağmur damlası, ortalama olarak çaydaki yaprak adedi,fındık ocağındaki yaprak adedi,lahananın yüzey alanı,salatanın hacmi.Ortalama olarak bir tencere lahana çorbası için yapılan bilmem kaç adet lahana yaprağı.Ortalama bir ailede,o tencereden çıkan bilmem kaç tabak lahana çorbası.Ortalama bilmem kaç kaşıkta içilen lahana çorbası...Ve sonuç olarak, ortalama her haneden bir can.O bir damladaki bilmem kaç mol lanet radyasyonun sebep olduğu masum canlar,kimisi 1,kimisi 7,kimisi 17,kimisi 47,kimisi 77 yaşında.Her bir can için,bir ananın gözünden,bir bacının gözünden,bir babanın,bir kardeşin,bir teyzenin,bir amcanın,dayının,halanın gözünden düşen gözyaşı damlası...İşte bir bereketsiz yağmur damlası...Binlerce masumun arkasından dökülen gözyaşları...İkisi de su değil mi özünde? Neden biri acı verirken,diğerinin çektiği acıdır?Bilinmez.Aslında bilinir de, bir taze Rize çayı olsa içilemez o derecedir verdiği acı.

   Nedir gerisi,eksiği,fazlası bu işin? Bu işin acısını çeken bilir.Bilmediği bir şehirde,bilmediği işlerin sonucunu çeken bilir bu işin acısını,yüreğindeki yarasını. Bu öyle bir acıdır ki, kendi canından sonra,Çernobil yüzünden giden her canda yarası ilk günkü kadar geniş deşiliverir.

   Bir pantolon,bol bir pantolon,üzerinde bir gömlek,salaş olmak zorundaki o göbeği örtebilsin,gömleğin üzerine bir kravat...Gömleğin iki yakasının birleştiği noktadan itibaren belirginleşen bir meymenetsiz yüz...Ellerinden biri masa üzerinde,diğeri ise gösteri zamanını bekliyor.Zamanı geldiğinde ise,yudumluyor,mis gibi İngiliz çayından.İnanıyor o yeşil bölgenin,yüreği bembeyaz olan nenesi,rahat bir nefes alıyor,içiriyor Çernobil şehidi oğlunun yadigarına,torununa,eskiden mis gibi olan,ama şimdi zehir dolu Rize çayını...Temiz yürekler böyle kandırılıyor bu ülkede,o temiz yüreklerden  bir de torun için yaş dökülmesi gerekiyor,metrekare başına düşen lanet olası yağmur damlalarını nötreylemek için.

   Süslü bir kadın,kameraların yayına girmesi bekleniyor,kameralar kayıtta.Önündeki listeye göre mutlu ve ya hüzünlü olması gereken kadın,o haberin uzunluğu kadar olan süre içerisinde üzgün bir ses tonuyla veriyor bir Çernobil faciasını daha.Haber bitince,kalkıyor masasından,hayatına devam ediyor,en doğal hakkı olan şeye...Yüzünde gülücükler,umrundamı bilmem kaç dakika önce hüzünlü olması gerektiği haberdekinin durumu...Değil.

  O acıyı yaşayan bilir,canı gidenler veya gitmekten son anda kurtulanlar bilir o lanet olası Çernobili.Bir Çernobil mağdurunun yeğeni olarak söylüyorum,o acıya şahit olmaktan son anda kurtulan bir küçük yüreğin sahibi olarak,şimdi o zamana göre biraz daha büyümüş biri olarak söylüyorum,bir Trabzonspor taraftarı olarak söylüyorum;

  Allah mekanını cennet eylesin Habibim.Kardeşim.Allah nur içinde yatırsın.Günahlarını affetsin,mekanını cennet,melekleri arkadaş etsin yanına.Söyle o meleklere,bizim gibi yalvar yaradana,daha inmesin o masmavi gökten zehir dolu yağmur damlaları,yemyeşil doğaya...İnmesin ki,meymenetsiz suratlar,al yanaklı neneyi kandırmasın çay içip, spiker bozuntusu bir kadın 45 saniyeliğine o üzüntüyü yaşıyormuş gibi rol yapmasın.Çeken bilir Habibim.Allah sana rahmet eyleye...

15 Temmuz 2011 Cuma

Simyacı(Trabzonspor)

  Paulo Coelho'yu 8.sınıfta okutmuşlardı, Simyacı'nın-o zamanki düşünceme göre- o kadar sıkıcı bir kapağı vardı ki, açıpta okumak istemiyordum.O kitabı açtığımda ise 1.5 gün sürmüştü bitirmem.Bunu neden yazdığımı son paragraflarda anlamanız dileğiyle.

  En son yazımdan itibaren ne kadar zaman geçmiş?56 gün...''Demek ki 56 gün sürmüş atlatmam.''denilebilir mi? Kesinlikle.

  En son yazdığım yazıya baktım,şaşırdım.Yazdıklarımın birgün gerçekleşeceğini biliyordum ama bu kadar erken olacağını asla...Adaletin tecellisini yaradan en hayırlı zamanda verir de biz farkedemeyiz.Verdi işte.Gündemi meşgul eden ana başlık bu:''Temiz Kramponlar''.

   Fenerbahçe SK Başkanı Aziz Yıldırımın tutuklanması hakkında fazla birşey yazmayacağım.Günlerdir yazılıyor zaten.Sadece şunu demeliyim ki; olması gereken oldu,sebep olduğu canların hesabını inşaallah ağır ağır ve acı içinde çeker.

   Paranoyak yaftasını yapıştırmıştı Türkiye, Trabzonspor Taraftarının üzerine,bundan dolayı Trabzonspor taraftarı paranoyak olmadığının ispatının haklı sevincini yaşarken,kendisiyle dalga geçenlere ''Koyun'' yaftası yapıştırmaktan zevk alıyor.İşte bir takım sadece sahada oynayarak çeteyi,şikeyi,şaibeyi,medyayı ve daha da önemlisi,bunların ağababası olan endüstriyel futbolu böyle yener.

  Peki bu galibiyetin ödülü,haklı zaferin ödülü nedir?''Ceza''...Devrim Arabaları'nı hatırlayalım,ne demişti usta mühendis, toy mühendise? ''Türkiye'de hiç bir başarı cezasız kalmaz evlat.''.Trabzonspor önümüzdeki günlerde bunun bedelini ödeyecek.

  Muhteşem bir yapılanma,ses kayıtları,fotoğraflar,ünlü isimler,medya ayakları...Bunun karşısında Şenol Güneş ve Karadeniz Uşakları. Fenerbahçe hakkında,Beşiktaş hakkında bu kadar net iddialar varken,medyada Trabzonspor hakkında hangi iddia var? ''Teşvik Teşebbüsünün İddiası.'' Bülent Arınç deyimiyle; ''Şeyini şey ettiğimin şeyi.''

  Medya günlerdir bu tuzağa Trabzonsporu çekmenin peşinde,teşebbüs iddiasıyla.2.dalgada gözaltına alınan Sadri Şener haberlerine baktığınızda,Aziz Yıldırımdan daha ağır bir muamele yapılıyor televizyonlarda, bir çete lideri için ''masumiyet teranesi'' okunurken,Hakkında delil olmayan bir başkan için ''Şikeci'' yaftası yapıştırılmaya çalışılıyor. Sonuç? Sadri Şener serbest.Bunun üzerine Aziz Yıldırım hastalanıyor, hemen masumiyet teranesi giriyor devreye. ''Böbreğindeki kötü huylu kist kansere neden olabilir.''.Peki Aziz Yıldırım'ın yaptıkları,haksızlıkları,yapıpta 'yapmadım' dediği pişkinliği,tehditleri,oda basmaları,yan hakemleri,MHK Başkanları,TFF Başkanları,ve hepsinin oluşturduğu adaletsiz düzenin gerçek anlamda kanser ettiği kişilere ne oldu? Bu zeki beyinler neredeydi? Eskişehir maçından sonra kalp krizinden ölen Trabzonsporlunun canı ne olacaktı?Bu sorular niye sorulmadı?

  Sadri Şener serbest kalırken,4 yönetici daha gözaltına alınıyor,medya yine heyecanlı,birşey çıkması için dua ediyor ki o da ne? Soruşturma boyunca emniyetten direkt serbest bırakılan isim yokken,4 Trabzonsporlu yönetici direkt serbest kalıyor.

  Nevzat Şakar'ı unutmadık...Gerek İstanbul medyasının asıl heyecanı,gerek Trabzonspor taraftarının asıl endişesi olan isimdi Nevzat Şakar bu soruşturmada. Hakkında teşvik teşebbüsü iddiası vardı,ve bu iddia medyada Fenerbahçe SK nın şike delilleri kadar önem taşıyordu.Bakın bu sadece bir iddia idi.Bu iddia aynı zamanda Trabzonspor taraftarının kalbine bir hançer gibi saplanıyordu ki, Trabzonspor taraftarı bu iddiayı bile hazmedemiyordu.Çünkü Trabzonspor taraftarının şerefi buna müsaade edecek kadar rahat değildi.Teşebbüs iddiası şunu gösteriyordu: Trabzonspor hakkındaki en ağır iddia teşebbüs.Yaptığı bir şike,verdiği bir para yok.Aldığı 82 puanda Tunga Liman ağabeyin ortaya çıkardığı gibi ORGANİK. Buna rağmen yediremiyordu Trabzonspor Taraftarı onuruna.

  Bu sabah hayırlı bir haber geldi,dualar kabul edildi belki.Nevzat Şakar hastaneden taburcu edildi.Ve bir gözaltı kararı çıkmadı.İfade için önümüzdeki günlerde gideceği öğrenildi.Trabzonspor,taraftarının da istediği şekilde aklanmıştı.Hiç bir bezi yoktu böyle kirli işlerde.Utandırmamıştı taraftarını,boynunu bükmemişti insanının.Geriye kalan neydi peki?Şampiyonluk... İşte burada bir sıkıntı vardı.Türkiye'de çeteleri sadece sahada oynanan oyunla yıkmanın bir cezası vardı,ve Trabzonspor bu bedeli ödeyecekti.Hakettiği şampiyonluğu, bazıları kızmasın diye alamayacaktı,tertemiz olmasına rağmen,şike yapmamış olmasına rağmen,sadece horonu dik oynamasına rağmen verilmeyecekti bu kupa.Çünkü bu işin bir cezası vardı.Ödeyecekti onu Trabzonspor.

  Emeğin;hukuksuzluğa,çetelere,paraya karşı mücadelesini emek kazanmıştı,tarih bunu da yazmıştı Şenol Hocam,ama  tarih Trabzonspor'a verilmeyecek olan kupanın akıbetini de yazacaktı.

  İddianame...İddianamede, bu işlere bulaşmadığı ispatlanan Trabzonspor,yine savcı tarafından büyük ihtimalle yer alacak.Yer alması,büyük ihtimal Trabzonspor'a hak ettiği cezayı getirecek TFF tarafından.Hani şu başkanı Fenerbahçe Başkanına ''Başkanım'' diyen TFF tarafından.80 şehrin  adaletsizliğini yenen o şehir,yine ışıkları erken kapatacaktı,haketmesine rağmen susacaktı yine.Çünkü bu ülkede Trabzonspor tertemiz şampiyon olursa, 25-30 milyon(!) insan ayaklanacaktı(!),askere gitmeyecekti(!). Bu ülkede 25-30 milyon(!)  hukuksuz insan olsa da,bu ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan insanlar da vardı...

   Simyacı ile Trabzonspor'un benzerliği burdan geliyordu işte...Santiago'ya babası para verip demişti ya hani;''Git dünyanın dört bir yanını dolaş,en iyi şatonun bizim şatomuz,en iyi kadınların bizim kadınlarımız olduğunu öğrenene kadar'' diye...Trabzonspor'da böyleydi, O Türkiye'nin  her yanını kendi emeğiyle dolaştıkça, hem o,hem de gördüğü insanlar anlıyordu''En dürüstü Karadenizde,en iyisi Karadenizde'' diye düşünerek...

   Simyacı ile Trabzonspor benziyordu; ikiside rüyasında gördüğüne yürüyordu,pes etmeden,sabır ile,kendini keşfederek,kendi hatalarının üstesinden gelerek.İkisi de bu yolda kah gülüyor,kah dolandırılıyordu.İkisi de yüreğinin sesiyle yürüyordu,biri Mısır çöllerinde,diğeri Türkiye bataklığında.Batmadan ve yılmadan,tertemiz olarak.

  Simyacı ile Trabzonspor benzemiyordu aslında; çünkü Santiago'nun elinde,yaşlı adamın verdiği iki taş vardı, biri ''evet''i diğeri ''hayır''ı temsil ediyordu.Trabzonspor'un ise sadece bir şeyi vardı;Güneş'i...Hep doğru yolu gösteriyordu.

  Santiago ile Trabzonspor farklıydı çünkü,biri rüyalarında gördüğü hazinenin yanında uyanıyor,diğeri ise rüyalarında gördüğü hazinenin yanında uykuya dalıyordu...

 
  

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Dik Dur...Şampiyon...

Keklik gibi kanadımı süzmedim;
Murad alıp doya doya gezmedim
Bu kara yazıyı kendim yazmadım
Alnıma yazılmış bu kara yazı
Kader böyle imiş ağlarım bazı
Gülüm ey… sebebim ey...

Yarın; hakettiğin,emek sarfettiğin şampiyonluğun 4. kez senden çalınışına sevinecek Türkiye'nin 80 ili. Sen ise erkenden kapatacaksın ışıklarını güzel şehir. Dert etme, şimdiki uşakların hesabını soramasa da, bizler hesabını soracağız çalınan hakların. Elbet birgün çökecek bu statüko. Yayla zamanına kadar sabret.

15 Mayıs 2011 Pazar

İlişkiler vs Çelişkiler...

   Bloga Türk Futbolu üzerinden devam edeceğim,taa ki bu lig bitene kadar, benim de Türk Futbolu ve Türk Adaletiyle işim bitene kadar... Yani hepi topu 2 hafta var, geçer...

   Bursaspor-Beşiktaş maçında yaşanılanların açıklanabilir taraflarını dinledik hepimiz,açıklamalara ikna olan varsa buyursun gelsin dertleşelim.

  Problemi çözmek için analiz gerekir,analiz için verilenlerin iyi belirlenmesi,bu saptama içinde verilenler arasındaki ilişkiler iyi saptanması gerekir. Bunlar gerekir ki, verilenlerden istenilenlere, bize öğretilen bağıntılarla ulaşabilelim.Türk Futbolundaki adaleti çözecek kadar aklımız var, Birinci çoğulu kendi adıma değil hepimizin adına kullanıyorum.Herkes bu sorunu özecek hamleleri sunabilir,ama asıl önemli olan bu sorunun analizini yapabilmek.İş analize gelince ya susuyoruz,ya uyuyoruz,çünkü işimize gelmiyor değil mi? Ama gün geliyor canımız yanıyor, o zaman başlıyoruz adalet demeye.Problemin analizine başlayalım.Esas sorun,Türk Futbolunun başarısızlığı; o zaman bismillah.

  1) Türk Futbolu neden başarısız?
  Cevap:Türk Futbolunun başarısızlığı kişiden kişiye iki şekilde değişir.Dönemsel başarılarla tatmin olan kişiler Türk Futbolunun şu an sadece bunalımda olduğunu söyleyip geçerler, 70 milyon nüfuslu ülkenini zaten 10 senede bir başarı elde etmemesi anormaldir. Bu da, dönemsel başarısızlık,buhran gibi kelimeleri adından çok kullananlara atıf olsun.

  2) Türk Futbolunun Sürekli Başarılı Olmasını İsteyenler İçin,Türk Futbolu Neden Başarısız?

  Cevap:Sürekli başarı için,önce sürekliliğin ne olduğunu anlamalıyız.Süreklilik, zamana bağlı değişimler içermeyen, içerse bile bünyesinde ihmal edilebilecek kadar küçük değişimler içeren durumdur. Yani bir denge durumu olarak algılamamız hepimizin yararına olacaktır. İşte bu durum için önce, dengeyi iyi sağlamalıyız. Peki neden dengemiz iyi değil? Çünkü birden fazla sorun var,

 2-a)Altyapımız niye yeterli değil?
  Cevap: Bu sorunun cevabını benim vermem,tespitime zarar verir; bu işi ustalarına havale etmek en doğrusu,  ben b şıkkını irdelemek istiyorum

2-b)Türk Futbolunda ki dengesizliğin diğer nedenleri nedir?
  Cevap: Türk Futbolundaki dengesizlik,tamamen belirli bir grup tarafından yönetiliyor olmasından kaynaklanan birşey. Bu grup, kendi çıkarlarını Türk Futbolunun üzerinde tuttukça,Türk Futbolu dönemsel başarılarla tatmin olmak zorunda kalacaktır. Bu grup; çıkarları için  Türk Futbol mekanizmasında yararlı değişiklikler yapabilecek her türlü olaya karşı çıkmak zorundadır. Ve bu, Türk Futbolunun ilerlememesine,dolayısıyla gelişememesine sebep olur. Bu grup nedir? Kimlerdendir?Ne gibi güçleri vardır?Neleri kullanır?

2-b-1) Bu grup nedir?
Cevap: Bu grubun genel adına statüko diyebiliriz. Siyasete,sırf oy için oyuncak edilen bu kelimenin hakkını işte Türk Futbolundaki bu kesim verir. Birbirleri içerisinde güzel ilişkileri vardır, ilişkileri futbol çıkarlarını geçmiş; iş,aş,aşk ilişkilerine terfi etmiştir. Bu yüzdendir ki statükonun üyeleri birbirine sıkı sıkıya bağlanmıştır, ve bu grubu dağıtmak için harcayacağınız enerji fazla olacaktır.Bu grup dağılmadıkça Türk Futbolu milim ilerleyemez.Bu grubun dezavantajı da tam buradadır; statüko bir mekanizmadır,ve mekanizmanın kolları birbirlerine ne kadar sıkı bağlanırlarsa kullanım kolaylıkları azalır, gevreklikleri artar, kırılma dayanımından sonra, mekanizmanın belirli bir kısmı değil bütünü çöpe atılır. Yani bu grubu dağıtmak için harcayacağınız enerji ilk başta fazladır,fakat kırılma noktasından sonra kendi kendini bitirir.


2-b-2)Kimlerdendir?
 Cevap: Hacı oğlu Hüseyin gibi adamları göremezsiniz, belirli bir kesimdir. Bu kesimin her yerde bir parmağı,her parmağında on marifet vardır. Oyunları itinayla kurarlar, fakat oyunları sekteye uğradığı zaman,aklınıza gelmeyecek yakınlaşmaları görürsünüz. Bu yakınlaşmaları size gösteren basındır,ve unutlmamalıdır ki basın en etkili silahlarından sadece biridir.

2-b-3)Ne gibi güçleri vardır?
 Cevap: Türkiye'nin üst kesimi derler ya,işte bu grubun üyeleri değişse bile hepsi bu kesimin içerisindedir. TV lerde gördüğünüz kişiler sadece bir piyondur,asıl işler ofislerde halledilir. Bu kişiler; gazete sahibidirler, editörleri onlar belirler. Editörler ise yayına konulacak yazıları belirler.Bu yazılar statüko yararına her türlü iftirayı bir gerçekmiş gibi sunabilir,her türlü yalanı doğru diye bağırarak inandırabilir. Bu gazetenin yazarları, patronlar tarafından çok sevilir, çünkü patronları  o yazarları meydana çıkarır,kimisine '' futbolun tarafsız yüzü'', kimisine ''futbolun melekesi'' vb isimler takar. Bu kalemlerin görevi ise, statükonun oyunu su yüzüne çıkana kadar tarafsız olmak,herkesin takdirini toplamak,tam su yüzüne çıkacakken ise, topladığı beğenileri kullanarak patronlarına asıl hizmeti yapmaktır,onlar sayesinde statüko hep haklı gözükür.

    Gazete sahibi olmak yetmez,kanal sahibidirler ayrıca,işleri sarpa sarınca  destekledikleri kulübün başkanını çıkarırlar,çok samimi açıklamalar yapar başkan(!). Halk bir kez daha kandırılmak istenir,itinayla kandırılır.

   Bu kişilerden bazıları aynı zamanda futbol otoristesidir. Kendi çıkarları için Türk Futbolunun kazanacağı yetenekleri görmezden gelirler,kendi takımlarının oyuncularını öve öve bitiremezler. Bu oyuncular Türkiye'de yıldız, Avrupa'da ise yardımcı uydu olur. Gerçek yeteneklerin önünde ki tek şans, statükonun takımına geçmektir.Eğer burada kendisini gösterirse ancak yıldız ünvanını alabilir. Ancak bu takımlarda oynarsa futbolcu olur. Yoksa her gün farklı bir transfer haberi hakkında çıkarılır;taraftarıyla,yönetimiyle,kimi zaman menajeriyle arasında güvensizlik oluşturulur ve oyuncu yalnız bırakılır. Yani yıldızlar,bu ülkede itinayla kaydırılır. O yüzdendir ki 70 milyon Türk vatandaşının yaşadığı ülkede, bir tane dünya kulübüne giden oyuncu yoktur, ama gurbetteki Türkler 3. nesillerinde  iki elin parmağını geçecek sayıda Türk'ü dünya futboluna sunmuşlardır.

   Bu güçler, hiç bir zaman Anadolu Takımlarının gelişmesini istemez,çünkü anadolu geliştikçe büyür. Büyüdükçe güçlenir. Güçlendikçe,binbir destekle ayakta tuttukları statükosporlar yıkılır,onlar yıkılınca Türk Futbolunda statüko kalmaz. Statüko bunu istemez, bu yüzdendir ki bütün dünyada her şehrin takımı eşit şansa sahipken,Türkiye'de sadece bir ilin takımları hep şampiyonluk yarışındadır. Örneğin Karşıyaka-Göztepe derbisi gibi bir mazileri bile yokken derbi sıfatını hakedebilirler.Dünyanın en büyük derbilerinden biri gösterilirler,bu kadar temiz bir derbi tarihi hiç duyulmamıştır heralde. Çünkü diğer derbilerin geçmişinde sadece aynı şehir takımı olmak yoktur,din çatışmaları,ırk çatışmaları,siyasi çatışmalar vardır...

2-b-4)Neleri Kullanırlar?
Cevap: Güçlü olan onlar olduğu için bu ülkede  parayla alınan herşeyi kullanabilirler. Çok sıkıştıkları zaman ise siyaseti,yeri geldiğinde ülkenin sorumlusunu kullanırlar. Onlar siyaseti kullandıkça,siyasette o şehirlerdeki nüfusunu kullanır,böylelikle o şehrin takımı yalnız bırakılmaya çalışılır.Kullanamadıkları tek şey,yüreklerdir. Bu yürekler her zmaan onlara tehdit oluşturur,ama onlar korkularından o yüreklerin yüzüne bile bakmazlar.

  Bu yüzdendir ki Trabzonspor statükoya bunca acı yaşatmasına rağmen hala diktir,hala ayaktadır. Yaşayacağı ve yaşatacağı çok şey vardır. Şehri ona sahip çıkmış,o da şehrini kucaklamıştır. Şehri onun sayesinde bu oyunları görmüştür. Orda,bir şehir vardır uzakta,ama o şehir uzakta olmasına rağmen bütün oyunların kokusunu alır. O şehir,o toprak bizim şehrimiz,bizim toprağımızdır. O yürek bizimdir, biz ise dürüst Trabzonspor'un...

 Bu oyunlara  karşı her zaman dik duracağız,çünkü onların oynadıkları oyun bizim horon karşısında hiç birşey. Biz horonu bile dik oynuyorsak,onların oyunları bizi terletmez. Mücadelemiz bundandır,kandırılmayışımızın cezasını ise,çalınan şampiyonluklarımızla çekeriz sanılır...

 Sevgiler...