26 Ekim 2011 Çarşamba

Burak Hood

Dakika içine olabildiğince sığdırılmaya çalışılan, hatta kimi zaman, zamanı verimli kullanmak adına(!) bir küfrü yarıda bırakıp diğerine geçmeye çalışan bir ruh haliydi bizimkisi… Bordo-Mavi’ye aşık olan herkes iddia edebilirdi ki, o orta aslında öyle açılmaz,o çalım da öyle atılamazdı… Öyle depar atılamazdı çocuk, çünkü sen ivmene hakim olup defansı bozana kadar kademe yaparlardı sana, Türk Futbolunda, defansın ardına koşu öyle kolay yapılamazdı çocuk, türküsü bile söylenebilirdi; ‘’Depara kalkma çocuk bu Türk Futbolunda, seni avlarlar…’’


Sabırsızlıklar ve sol omuzun ağırlığını her maç günü artıran günahlar eşliğinde geçti 2 yıl önceki süper ligin ikinci yarısı. Bir Burak Yılmaz heyulası kol geziyordu futbol sahasında, günah sebebiydi adeta ve hocası da sanki şehre inat oynatıyordu onu… Yapılan hatalar herkesi çıldırtıyor, düşmanı kıs kıs güldürüyordu.


''Ne buluyor şu adamda, tutunamadı işte zaten hiç bir yerde, biz mi adam edecekmişiz, peh!'' sesleri bir ve ya birkaç kişilik küçük gruplardan değil, taraftarın büyük kısmından gelen seslerdi… Fakat bir şey oluverdi. O şey öyle kuvvetli bir şeydi ki, çok değil, kısa bir zaman önce-yarım sezon bile değil- yaradanın Trabzonspor taraftarına sınav olarak verildiği düşünülen Burak Yılmaz, bir heyuladan çıkmış, bir büyük fırtınaya dönüşüvermişti… Herkes merak ediyordu bunu, ulusal medyasından yereline kadar… Fakat hepsinden çok Trabzonspor taraftarının kafasında ciddi soru işaretleri oluşuverdi: ''Ula noliy?''. İşte bu kadar aniden oldu Burak Yılmaz patlaması diyebiliriz hepimiz.


Ama aslı öyle değil… Filozofların halinden filozoflar anlar bence. Ki her filozof da, birbirini anlayamaz. Çoğu zaman yalnız kalır filozoflar. Ve düşünürler. Yeryüzünde filozoflar dışında ki insanların tümüne ''düşünemeyen ama düşünecek aklı olan varlıklar'' ismi takılabilir. Çünkü gerçek şudur ki, filozof felsefe yapar ve felsefe de düşünmenin öğrenilmesidir. İşte bizler, düşünecek aklı olan ama düşünmeyi unutan insanlar olduğumuzu anladık; Burak Yılmaz’ı, Burak Yılmaz’dan çok düşünmüş bir futbol filozofu sayesinde. Şenol Güneş, bir futbol filozofu olduğunu kanıtladı… Düşünmeyi zaman kaybı olarak gören insanların yaşadığı bu zaman da, düşündü… Düşündüğü şey üzerine kafa yordu… Bizler, düşünmemizi engelleyen ve bir dizi monoton sınırlar içerisindeki kalıplaşmış hayatımızda düşünemiyorduk ama o düşündü ve başardı… Şenol Güneş başardı, Trabzonspor taraftarının gözardı edilemeyecek kadar büyük bir çoğunluğu artık düşünmenin önemini anladı… Ne yani? Şimdi bu futbol filozofu bize felsefe mi öğretti? Hayır… Onun öğrettiği sadece düşüncenin temel yapıtaşlarının kıymetiydi.


''Sen kimsin?'' sorusunun cevabını uzun süre düşünmüş olmalı Burak Yılmaz… Ki o soruya yine kendisi cevap verdi ve onun cevabı kimisinin hayallerinin, kimisinin kabuslarının yorumu oldu… Kendisini buldu, içerisindeki Burak Yılmaz’ı belki o da yeni öğrendi, sonuçta biz de bildik kendisini. Onun bu soruya verdiği cevap sayesinde, bizlerde aynanın karşısına geçip kendimize bu soruyu cesur bir şekilde soruverdik; ''Biz kimiz?''. Ve bu sorunun cevabını yine 17 numaranın sayesinde rahatça bulabildiğimizi düşünüyorum.


Kendisi bizim pişmanlıklarımızın en büyük simgesi… Onun için ağzımızdan çıkan kötü sözleri kendi aklımız bize hatırlattıkça utanıyoruz kendimizden ve her seferinde düşüncenin temel sorusunu hatırlıyoruz; ''Sen kimsin?''… Bu soru bizi dinç tutuyor ve düşünmeye devam ediyoruz. Şöyle ki; artık bizler biliyoruz ki sağ kanattan açılacak orta, tam da onun açtığı gibi açılır. Ve yahut sırtı rakibe dönük ve ya yüz yüze çalım atıldı mı onun attığı gibi atılır. Hele ki o defans arkasına yapılan koşular, tam olarak onun koştuğu gibi koşulur… Herkesin emin olduğu bir şey var ki; Burak Yılmaz’ın yaptığı güzellikleri, kimse onun kadar güzel yapamaz…


Burak Yılmaz’ın ortaya çıkardığı bu özellikler, ilk defa bir yerli forvet oyuncusunda görülüyor. Elbette çeşitli özelliklere sahip çok yetenekli Türk Forvetler gördü bu ülke, ama Burak Yılmaz kadar bu özelliklerin hepsine sahip bir yerli forvet gelmedi daha yeşil sahalara. Aslında; belki de şu anda bir sürü yeşil sahada onun gibi yetenekler vardır, ama tek eksikleri kendilerine sormaları gereken, iki kelimeden oluşan bir sorudur? Kim bilebilir ki…


Ortaya çıkardığı pek çok özellik ile yerli forvetlerden beklentileri yukarıya taşımıştır Burak Yılmaz. Bu yüzden doğaldır ki, beleş olarak görülebilecek şekilde üne kavuşanlar ona hırsız diyebilirler… Burak Yılmaz bir hırsızdır. Burak Yılmaz, hak etmediği şöhreti yakalayanların, günümüzde gördükleri saygıyı aslında hak etmeyenlerin, oturduğu yerden para kazananların ve genellikle para ile her şeyi satın alabileceğini sanan para babalarının tüm şan, saygı ve özgüvenlerini çalmıştır…Çalmakla kalmayıp,çaldıklarını hak edenlere dağıtmıştır… Bu yaptığının adı bu coğrafyada yiğitlik yerine hırsızlık olarak tanımlanıyorsa, Burak Yılmaz hırsızdır.Şanı,saygıyı ve özgüveni hak edenler, Burak Yılmaz sayesinde hak ettiklerine kavuşmuşlardır…Burak Yılmaz, kendisinden yüzlerce güzel anılar ve başarılar çalan,futbol hayatının bir kısmını çalıp ona eziyet eden İstanbul’dan emeğini söke söke geri alıyorsa ve bunun adına İstanbul’da hırsızlık deniyorsa Burak Yılmaz büyük hırsızdır… Eğer hırsız demeye yüreğiniz yetebiliyorsa bugün, sigorta poliçenizi de gururla sallamanızı bekleriz bizler. Hani nerde?


Birleşik Krallık topraklarında da bir heyula kol gezerdi kimine göre… Kimine göre ise büyük bir fırtınaydı betimlemesi, Robin Hood derlerdi ona… Para babaları ve para babalarının kulaklarının kiriyle beslenenler,para babalarının göbeklerinde yaşam formu olarak yaşamaya devam edip,para babalarının kalın enselerindeki katların arasında sıcacık yuvaları olanlar tarafından emek hırsızı olarak ifade edilirdi… Fakat emeğinin karşılığını yıllardır alamayan ve onun sayesinde nihayet emeğinin karşılığına azda olsa kavuşmuş halk tarafından,ağaçlar,çiçekler, böcekler tarafından kahraman olarak ifade edilirdi…


Burak Yılmaz bir hırsızdı… Ağzı para ile doldurulmaktan gurur duyanlar için bir emek hırsızıydı, emeğinin gerçek hak edişini kendisi sayesinde alanlar tarafından ise kalp hırsızıydı…


Modern futbolun Robin Hood’una selam ola… Selam sana Burak Yılmaz.


Dipnot: Ülke olarak fazlasıyla sıkıntı içerisinde olduğumuz bugünlerde,yazılacak ve konuşulacak o kadar konu vardı ki, elimiz klavyeye futbol için gitmiyordu,gitmek istemiyordu… Dua vaziyetinden geri durmak istemiyordu avuçlarımız ama bunu yapmak zorunda kaldık.Ülkenin sıkıntılı günlerinde bile kendi çıkarları için iftira atan insanlara saygı göstermiyoruz.Göstermeyeceğiz. Söylediklerinden ve yazdıklarından hemen sonra kendilerine tutamadıkları aynayı, bizler yüzlerine tutacağız…Güneşin yansıttığı ışığımızla beraber.


 Saygılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder