1 Eylül 2012 Cumartesi

Kökler

Yaklaşık 11 yaşımda iken elime tutuşturulmuş kalın ve sarı yapraklı eski bir kitabın adıydı; içini açıp okumaya başlayana kadar. Şimdi düşünüyorum da 11 yaşındaki bir çocuk için oldukça ağır bir baba tavsiyesiydi.

Kapağında hatırladığım tek ayrıntı büyük harflerle ve sarı renkle boyanmış KÖKLER yazısıydı; fakat içerisinde yazan cümleler; 11 yaşındaki çocuğa hayat tecrübesi kazandıracak kadar akılda kalabilen cinsten hikayelerdi, gerçeklerdi hatta.

Küçük Kunta Kinte ile başladı benim yaşam tecrübesini bir kitaptan öğrenme girişimim. Kunta Kinte’ ye ve onun arkadaşlarına ninesi tarafından anlatılan çok ama çok ilginç hikayelerdi, benim ağzım açık dinlediğim… O kadar etkileyiciydi ki; kendimi Kunta, annanemi de ninesi yerine koyuyordum henüz yaklaşık 11 yaşımda iken.

Babamın özellikle tavsiye ettiği bir hikaye vardı kitabın içerisinde. Yine Kunta’nın ninesi tarafından anlatılan onlarca güzel hikayelerden bir tanesiydi. ”Bunu anlarsan, hayatı anlamakta zorluk çekmezsin” dedi babam ve dikkatle okudum. Tavşanın saflığı ve timsahın kurnazlığıydı 11 yaşımda beni ağlatan.

Kalın kitabı okumakta zorluk çeksem de Kunta büyüdükçe ben de büyüdüm. Kunta acı çekmeye başladıkça ben de acı çektim. Gemide; dışkılarının yanında uyumak zorunda bırakılan siyahi insanları okudukça ben üzüldüm onlar yerine… Onlara bunu reva görenler de yaşatanlarda benim gibilerdi halbuki; onlara göre ”soluk benizli” idi hepimizin adı.

Kunta’nın kazandığı zaferlerle sarhoş oldum; çocuklarıyla mutlu oldum. O kalın kitabı sona getirdiğimde siyahi insanların neler çektiğini anlamakla kalmadım. İmkansızın olmadığı sonsuz bir evreni kavramıştım. Kunta benim sonsuz hayallerimin yapıtaşlarını üstüste koyuvermişti bin küsür sayfada. Ben ise Kunta’ya her zaman saygı ve şükran borçlu hissedecektim kendimi. Fakat rahattım; biliyordum ki Kunta böyle şeyleri dert eden biri değildi.

Büyüdükçe ”soluk benizli” nin sadece Afrika’da değil; uğradığı her coğrafya da benzer şeyler yaptığını anladım. Her fark edişim; beyaz rengimden dolayı kendimden nefret edişimdi. Simsiyah, hepsinden de siyah olmak istiyordum. Çünkü biliyordum ki; benim gibi ”soluk beniz” lilerin yaptıklarından ben utanıyordum; utancımı siyah bedenimde kapatırım diye düşünüyordum. Çünkü ben; 11 yaşımdan beri,  siyahı beyazdan daha temiz diye kabul ediyordum. Saflığın simgesi olarak beyaz bilinirken dünyada; siyah benim hayallerimin temizliğini ve berraklığını ifade ediyordu.

”Modern Çağ” denen şeye adım atıldığında; siyah ile beyaz arasında ayrım olmadığı ve ayrım yapmanın çok ayıp olduğu gerçeği kabul edilmiş ve insan haklarına saygı duyulmuştu. Yani ”zenci” ile ”soluk benizli” diye bir şey kalmamıştı yasalarda. Soluk benizliler, artık istedikleri gibi davranamayacaklardı ”biz zencilere”. Ve her alanda olduğu gibi spor alanında da eşit olacaktı bu iki ayrı renkte ama aslında kardeş olan insanlar…

Kunta’nın zaferleri gibi geliyordu bana; siyahi bir atletin kazandığı yarış. Ve ya bir basketbolcunun son saniye basketiyle şampiyonluk getirişi. Siyahi oyuncuların varlığı; Kunta’nın mücadelesinin sonsuzluğunu simgeliyordu zihnimde. Ve tabii futbol. Beyaz adamların en çok eğlendiği organizasyonda; siyahi oyuncuların başarısı beni de  benim gibi Kökler okuma fırsatına erişmiş ”sözde soluk benizlileri” de gururlandırıyordu. Sahada bu kardeşliğe aykırı yapılan her eylem hakettiği gibi bir ceza alıyordu, Avrupa ve diğer gelişmiş ülke liglerinde.

Renk Irkçılığının hiç yapılmadığı bir coğrafyaydı benim ülkem. Benim ülkem de pek çok haksızlık olsa da siyahilere yapılan bir kötü ayrımcılık yoktu. Ve pek çok haksızlığını sindiremesem de bu özelliği beni gururlandırıyordu ülkemin. Benim ülkem renk ırkçılığı yapmıyordu. Hiçbir zaman ”soluk benizli” ve ”zenci” ayrımı olmamıştı.

Fakat ”soluk benizli” ler hala nefes alıyordu. Hala dünyanın herhangi bir yerinde yaşıyor ve siyahi insanların ”zenci” olduğunu düşünebiliyordu. Demiştim ya; uğradığı her coğrafyada aynı sıkıntıyı yaşatan ”soluk benizliler” yine rahat durmuyordu.

Tarihi ve felsefesi gereğiyle doğal olarak ülkenin gerçeklerinden uzakta; kendi gerçeklerini denize paralel uzanmış dağlarının arasında saklayan Trabzonspor, bu renk ırkçılığının haklı tarafında yer alıyordu. Böyle olmasını istemezdi elbet, ama haklının yanında yer almaya da alışıktı hani bünyesi. İngiltere’de aynı kabahati işlemiş Emre B. nin söylediği o iğrenç sözlerin muhatabı; futbol ortamında hep aykırı olan takımın, yani Trabzonspor’un, siyahi bir oyuncusuydu. Kaderin cilvesi midir bilinmez; soluk benizli mantığıyla yıllardır süregelen haksızlıkların simgesi gözükenler, Kunta Kinte ile Soluk Benizli arasındaki mücadelede soluk benizlilerinin yanında dururken, dışlanmışlığıyla Trabzonspor da Kunta Kinte’nin tarafında yer alıyordu.

Ne acıdır ki; soluk benizli adamlar ülkemi de işgal etmişti ve sahada o iğrenç düşüncelerini haykırmışlardı. Fakat anladığımız daha acı bir şey vardı ki; soluk benizlilerin ülkemde haddinden de fazla olduğunu geç anlamamızdı. Emre B. nin söylediği o çirkin sözlerin ardından; gazete, medya, sosyal medya vb. iletişim araçlarında gördük ki; Emre B. gibi düşünen ”insan” sayısı oldukça fazla ve hepsi de siyahilere yapılan işkenceyi bir eğlence kabul eden ”soluk benizli” ler ile aynı mantıkta… Ve bir acı nokta daha vardır ki; ülkemde övündüğüm nadir şeylerden biri daha yok oldu. Ülkem ile bağlarım bir yerden daha koptu.

Her şeye rağmen,  şu da bilinen bir gerçek ki; ”soluk benizliler” ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar; asla Kökler zamanındaki kadar mutlak hakimiyetleri olmayacak. Ve ‘”biz zenciler” asla ve asla Kunta Kinte’nin mücadelesindeki kadar zorluk yaşamayacağız. İmkansızı önce zor; sonra da yapılabilir hale getiren Kunta Kinte’nin torunları olarak biz siyahi insanlar; günümüzdeki gücümüzü daha etkili kullanıp; ”soluk benizlileri” hiç olmadığı kadar derinden sarsacağız.

Unutulmasın ki; tenimiz beyaz da siyah da olsa  bizim gibi düşünen herkes ile birlikte biz, dışlanmaktan gocunmayan, ırkçılara göre ”zenci”, yaradana göre ise sadece bir ”kul” durumundayız. Ve bu durumumuz hiç değişmeyecek.

Saygılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder