Yaklaşık 11 yaşımda iken elime tutuşturulmuş kalın ve sarı yapraklı
eski bir kitabın adıydı; içini açıp okumaya başlayana kadar. Şimdi
düşünüyorum da 11 yaşındaki bir çocuk için oldukça ağır bir baba
tavsiyesiydi.
Kapağında hatırladığım tek ayrıntı büyük harflerle ve sarı
renkle boyanmış KÖKLER yazısıydı; fakat içerisinde yazan cümleler; 11
yaşındaki çocuğa hayat tecrübesi kazandıracak kadar akılda kalabilen
cinsten hikayelerdi, gerçeklerdi hatta.
Küçük Kunta Kinte ile başladı benim yaşam tecrübesini bir kitaptan
öğrenme girişimim. Kunta Kinte’ ye ve onun arkadaşlarına ninesi
tarafından anlatılan çok ama çok ilginç hikayelerdi, benim ağzım açık
dinlediğim… O kadar etkileyiciydi ki; kendimi Kunta, annanemi de ninesi
yerine koyuyordum henüz yaklaşık 11 yaşımda iken.
Babamın özellikle tavsiye ettiği bir hikaye vardı kitabın içerisinde.
Yine Kunta’nın ninesi tarafından anlatılan onlarca güzel hikayelerden
bir tanesiydi. ”Bunu anlarsan, hayatı anlamakta zorluk çekmezsin” dedi
babam ve dikkatle okudum. Tavşanın saflığı ve timsahın kurnazlığıydı 11
yaşımda beni ağlatan.
Kalın kitabı okumakta zorluk çeksem de Kunta büyüdükçe ben de
büyüdüm. Kunta acı çekmeye başladıkça ben de acı çektim. Gemide;
dışkılarının yanında uyumak zorunda bırakılan siyahi insanları okudukça
ben üzüldüm onlar yerine… Onlara bunu reva görenler de yaşatanlarda
benim gibilerdi halbuki; onlara göre ”soluk benizli” idi hepimizin adı.
Kunta’nın kazandığı zaferlerle sarhoş oldum; çocuklarıyla mutlu
oldum. O kalın kitabı sona getirdiğimde siyahi insanların neler
çektiğini anlamakla kalmadım. İmkansızın olmadığı sonsuz bir evreni
kavramıştım. Kunta benim sonsuz hayallerimin yapıtaşlarını üstüste
koyuvermişti bin küsür sayfada. Ben ise Kunta’ya her zaman saygı ve
şükran borçlu hissedecektim kendimi. Fakat rahattım; biliyordum ki Kunta
böyle şeyleri dert eden biri değildi.
Büyüdükçe ”soluk benizli” nin sadece Afrika’da değil; uğradığı her
coğrafya da benzer şeyler yaptığını anladım. Her fark edişim; beyaz
rengimden dolayı kendimden nefret edişimdi. Simsiyah, hepsinden de siyah
olmak istiyordum. Çünkü biliyordum ki; benim gibi ”soluk beniz” lilerin
yaptıklarından ben utanıyordum; utancımı siyah bedenimde kapatırım diye
düşünüyordum. Çünkü ben; 11 yaşımdan beri, siyahı beyazdan daha temiz
diye kabul ediyordum. Saflığın simgesi olarak beyaz bilinirken dünyada;
siyah benim hayallerimin temizliğini ve berraklığını ifade ediyordu.
”Modern Çağ” denen şeye adım atıldığında; siyah ile beyaz arasında
ayrım olmadığı ve ayrım yapmanın çok ayıp olduğu gerçeği kabul edilmiş
ve insan haklarına saygı duyulmuştu. Yani ”zenci” ile ”soluk benizli”
diye bir şey kalmamıştı yasalarda. Soluk benizliler, artık istedikleri
gibi davranamayacaklardı ”biz zencilere”. Ve her alanda olduğu gibi spor
alanında da eşit olacaktı bu iki ayrı renkte ama aslında kardeş olan
insanlar…
Kunta’nın zaferleri gibi geliyordu bana; siyahi bir atletin kazandığı
yarış. Ve ya bir basketbolcunun son saniye basketiyle şampiyonluk
getirişi. Siyahi oyuncuların varlığı; Kunta’nın mücadelesinin
sonsuzluğunu simgeliyordu zihnimde. Ve tabii futbol. Beyaz adamların en
çok eğlendiği organizasyonda; siyahi oyuncuların başarısı beni de benim
gibi Kökler okuma fırsatına erişmiş ”sözde soluk benizlileri” de
gururlandırıyordu. Sahada bu kardeşliğe aykırı yapılan her eylem
hakettiği gibi bir ceza alıyordu, Avrupa ve diğer gelişmiş ülke
liglerinde.
Renk Irkçılığının hiç yapılmadığı bir coğrafyaydı benim ülkem. Benim
ülkem de pek çok haksızlık olsa da siyahilere yapılan bir kötü
ayrımcılık yoktu. Ve pek çok haksızlığını sindiremesem de bu özelliği
beni gururlandırıyordu ülkemin. Benim ülkem renk ırkçılığı yapmıyordu.
Hiçbir zaman ”soluk benizli” ve ”zenci” ayrımı olmamıştı.
Fakat ”soluk benizli” ler hala nefes alıyordu. Hala dünyanın herhangi
bir yerinde yaşıyor ve siyahi insanların ”zenci” olduğunu
düşünebiliyordu. Demiştim ya; uğradığı her coğrafyada aynı sıkıntıyı
yaşatan ”soluk benizliler” yine rahat durmuyordu.
Tarihi ve felsefesi gereğiyle doğal olarak ülkenin gerçeklerinden
uzakta; kendi gerçeklerini denize paralel uzanmış dağlarının arasında
saklayan Trabzonspor, bu renk ırkçılığının haklı tarafında yer alıyordu.
Böyle olmasını istemezdi elbet, ama haklının yanında yer almaya da
alışıktı hani bünyesi. İngiltere’de aynı kabahati işlemiş Emre B. nin
söylediği o iğrenç sözlerin muhatabı; futbol ortamında hep aykırı olan
takımın, yani Trabzonspor’un, siyahi bir oyuncusuydu. Kaderin cilvesi
midir bilinmez; soluk benizli mantığıyla yıllardır süregelen
haksızlıkların simgesi gözükenler, Kunta Kinte ile Soluk Benizli
arasındaki mücadelede soluk benizlilerinin yanında dururken,
dışlanmışlığıyla Trabzonspor da Kunta Kinte’nin tarafında yer alıyordu.
Ne acıdır ki; soluk benizli adamlar ülkemi de işgal etmişti ve sahada
o iğrenç düşüncelerini haykırmışlardı. Fakat anladığımız daha acı bir
şey vardı ki; soluk benizlilerin ülkemde haddinden de fazla olduğunu geç
anlamamızdı. Emre B. nin söylediği o çirkin sözlerin ardından; gazete,
medya, sosyal medya vb. iletişim araçlarında gördük ki; Emre B. gibi
düşünen ”insan” sayısı oldukça fazla ve hepsi de siyahilere yapılan
işkenceyi bir eğlence kabul eden ”soluk benizli” ler ile aynı mantıkta…
Ve bir acı nokta daha vardır ki; ülkemde övündüğüm nadir şeylerden biri
daha yok oldu. Ülkem ile bağlarım bir yerden daha koptu.
Her şeye rağmen, şu da bilinen bir gerçek ki; ”soluk benizliler” ne
kadar güçlü olurlarsa olsunlar; asla Kökler zamanındaki kadar mutlak
hakimiyetleri olmayacak. Ve ‘”biz zenciler” asla ve asla Kunta Kinte’nin
mücadelesindeki kadar zorluk yaşamayacağız. İmkansızı önce zor; sonra
da yapılabilir hale getiren Kunta Kinte’nin torunları olarak biz siyahi
insanlar; günümüzdeki gücümüzü daha etkili kullanıp; ”soluk benizlileri”
hiç olmadığı kadar derinden sarsacağız.
Unutulmasın ki; tenimiz beyaz da siyah da olsa bizim gibi düşünen
herkes ile birlikte biz, dışlanmaktan gocunmayan, ırkçılara göre
”zenci”, yaradana göre ise sadece bir ”kul” durumundayız. Ve bu
durumumuz hiç değişmeyecek.
Saygılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder